-17- / 1
Bahçede karısıyla karşılıklı sessizce kahvaltı ederken kolundaki saate bir kez daha baktı. Alara'yla aynı mekânda kalıp kavga etmeden durabildikleri nadir bir andı ve buna şaşırmıştı doğrusu. Galiba genç kız dün gece kat görevlisi tarafından kibarca azarlandıkları için biraz daha sakin davranmak için kendini sıkıyor olmalıydı. Bu Burç'un daha çok işine gelirdi, çünkü onunla tartışmak istemiyordu. Kendini savunmaya çalışmaktan da yorulmuştu üstelik. Ona hesap sormak istiyordu ancak her konuşmanın kavgayla bitmesi sohbetlerinin olağan seyriydi artık. Bu yüzden hiç konuşmamak en iyisiydi galiba. İkisi de birbirine öldürecekmiş gibi baktığı hâlde dudaklardan tek kelime çıkmıyordu. Burç ise ara ara saatine bakmayı ihmal etmiyordu. Burak'ın yollarını gözlüyordu. Ne zaman gelirdi acaba? İşimiz o goygoycuya kaldıysa yandık, diye geçirdi içinden. Ona acil gelmen lazım denilse, 3 saatten erken gelmezdi. Doktor olsaydı tüm hastalarını geç müdahaleden kaybederdi herhâlde. Öyle uyuşuk bir insandı işte.
Genç çift gözlerindeki ölümcül bakışlarla kahvaltı etmeye devam ediyordu ama ellerindeki çatal bıçakları sanki yemek yemek için değil de savaşa hazırlanır gibi kullanıyorlardı. O an ikisi de bu sakinliğe ve sessizliğe dayanamadı ve aynı anda "Sen nasıl!-" diye bağırıp sustu. Gözlerini devirerek öfkeyle etraflarına bakındıktan sonra aynı anda tekrar konuşmaya yeltendiler. "Bana bunu!-" Yok, bu iş böyle olmayacaktı. Birbirilerine karşılıklı bağırarak ya da suçlayarak bir yere varamayacakları kesindi. Her iki taraf da tam sakinleşeceğim diye düşünürken her seferinde kontrol tekrar elden gidiyordu.
Alara sakinleşmeye çalışır bir ifadeyle elindeki çatal bıçakları yerine bıraktı. "Tamam, belki de biraz skin olmalıyız." Konuya uzlaşmacı bir biçimde girmişti. Güzel. Bu işi kıvıracaktı galiba, ha? Öfke kontrolünü sağlayabildiği için kendine neredeyse altın madalya verecekti. Çünkü böyle bir durumda sakin durmak da pek kolay sayılmazdı.
Ilımlı bir ifadeyle başını sallayarak "Bence de. İki yetişkin gibi konuşabiliriz." diye onayladı Burç. Alara'nın sakinleşmiş olmasına sevinmişti. Dün geceden beri oldukça saldırgan görünüyordu.
Tam her şey güzel giderken, geçen o kısa sessizliğin ardından Burç'un yalan söylerken yüzünün bile kızarmadığı o anlar geldi aklına. Su içer gibi yemin içiyordu adam ya, şaka gibiydi doğrusu! "Ya sen niye bana başından geçenleri anlatmadın?" Üstelik işler ciddiye bindiğinde başına gelenleri detaylı olarak anlatmamıştı kendisine. Sadece evlenmek istemediği için evden kaçtığıyla ilgili ufak tefek vızıldanmalarda bulunmuştu. Eğer detaylı olarak anlatsaydı belki de bu durumu erkenden fark edebilirdi. Hiçbir şey olmayacaksa bile sevgiliydiler onlar, niçin anlatmamıştı ki kendisine bunları? Güvenmemiş miydi? Yoksa anlatmaya değer mi bulmamıştı? "Yani ilk tanıştığımızda bir şeyler zırvalamıştın ama... Aramızda bir şeyler yaşanmaya başladığında, bazı duygusal yakınlaşmalar yaşamaya başladığımızda neden bana her şeyi anlatmadın?"
Ellerini iki yana açan adam "E sen de anlatmadın!" diye karşı çıktı çaresizce. Gayet haklı bir karşı çıkma şekliydi bu arada.
Çalışmadığı yerden sormuştu kocası. Kısa bir tereddütten sonra "Doğru... Ama sor, sor bir neden anlatmadım?" diye geveledi biraz. Zaman kazanmaya çalıştığı o saniyelerde geçerli bir gerekçe bulmaya çalışıyordu.
"Neden?"
"Çünkü..." O an aniden aklın gelen ilk fikre can simidi gibi tutundu. "Cesaretim yoktu!" Yalan da değildi hani. Henüz her şeyini açabilecek kadar güvenebilmiş değildi o zamanlar. Burç Efendinin eski sabıkaları herkesin malûmuydu. "Belki sen anlatsaydın, senden cesaret alıp ben de anlatırdım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BODRUM: Bir Topuklu, Bir Papyonlu ღBİTTİღ
HumorBirbirinden habersiz, gelinin de damadın da düğününden kaçtığını düşünün. Eş zamanlı olarak... Gelinsiz, damatsız bir düğün... Ve kader onları tekrar karşılaştırırsa, ne olur? ♚ ♔ ♚ Gülmeye ve birbirinden tuhaf tesadüfl...