Babamdan gelen e-mail bütün moralimi alt üst ederken kendimi sabırlı olmaya zorladım. Kazanın üzerinden geçen 6. Gündü ve o hala ortalıklarda yoktu.
Başına gelenler için üzüldüm, nişanında orada olmak için elimden geleni yapacağım. Görüşmek üzere.
"Teşekkür ederim," diye fısıldadım hafifçe ekrana eğilerek. "Çok teşekkürler." En azından bu kadarını yapması gerektiğini farkına varabiliyordu.
Şu ana kadar, belki de herhangi bir sebepten ötürü başıma gelenden haberi yoktur diye düşünüyordum ama bu sadece benim kendimi teselli etme çabamdı. Gerçekten duyar duymaz koşarak geleceğini mi sanmıştım.
Mehmet yanıma, bana yardımcı olması için bir kız göndermişti ama dayanamayıp onu da bugün göndermiştim. Öte yandan nişanı da erteleyebileceğimizi söylemişti ama Aslı teyze organizasyonun boşa gitmesi taraftarı değildi. O zamana kadar çarçabuk toparlanmamı tembihleyip durmuştu.
Şimdi, sadece bir akşam sonra, onunla nişanlanacak olmak bana çok garip hissettiriyordu. Kurallarını sadece benim bildiğim bir oyun oynuyormuşum gibi hissediyordum. Kemal amca hala hastanede yattığı için katılamayacaktı. Yakın bir zamanda onu görmek için hastaneye gitmiştim ama beni yanına kabul etmemişti. Belki de kendini bana karşı mahcup hissediyordu.
Yastık ve yorganla verdiğim uzun süreli savaştan sonra oflayarak biraz doğruldum ve çekmecemin üzerinde duran telefonumdan saate baktım. Hava neredeyse kararmak üzereydi. Yataktan kalkıp kapıya doğru ilerlerken saatin kaç olduğunu bilmediğimi fark ettim. Telefona bakmıştım ama hiç dikkat etmemiştim ki.
Geriye dönmeye de üşenip ayaklarımı sürüyerek mutfağa doğru ilerledim. Saatin kaç olduğu o kadar da önemli değildi zaten.
Mutfağa girdim ve sadece içimden geldiği için, bugün ilk yemeğimi yapmak istedim. Bir tencereyi yarısına kadar doldurup ocağı yaktığımda gözlerim mavimsi ateşe kaydı. İşaret parmağımı hafifçe yaklaştırdım. Belki biraz canım yanarsa onu çağırmayı başarırdım.
"Aptal!" Son anda yaptığımdan utanarak parmağımı geri çektim. Ona söylediğim onca şeyden sonra onu kendime maruz bırakmam gerçekten de bencillikten başka bir şey değildi.
Makarna suyunu koydum ve kısa bir anlığına etrafıma bakınıp kimsenin olmadığından emin oldum. Eskaza, yanlışlıkla, az önce yapmak üzere olduğum şeyi görseydi bir daha utancımdan yüzüne bakamazdım.
Birkaç domates çıkartıp güzelce yıkadım. Bir domatesi tahtanın üzerine koyduğumda aklıma gelen, daha doğrusu aklımdan çıkmayan, cümleyle yeniden irkilmiştim.
Sen iğrençsin.
Gözlerim buğulandı. Yine ağzında o acımsı tat baş göstermişti. Ne zaman onu düşünsem, kırıcı sözleri bir tokat gibi tenime çarpsa vücudum garip, duygusal ve kırılgan tepkiler gösteriyordu.
Bıçağın parmağımı sıyırmasıyla gözümden daha fazla tutamadığım bir damla yaş aktı. Çenemi sıkarken devamının gelmemesini umuyordum. Aptal bir ruh yüzünden ağlayacak değildim. Bir el bileğimden tutup elimi kendine doğru çekerken şaşkınlıkla o tarafa doğru döndüm.
Onu gördüğüm an yanaklarım utançla kızardı. Daha az önce ona aptal derken şimdi onu görünce böyle hissetmek hiç yakışık almıyordu.
Rehber, yüzünde tek bir mimik oynamadan, sanki bana o kelimelerin hiçbirini sarf etmemiş gibi parmağıma bakmaya devam etti. Yüzümde küçümseyici bir gülüş filizlendi ama kendimden başka acıyacak kimse yoktu.
"Böyle ufak bir şey için bile bana gelmek zorundasın, değil mi? Gerçekten zavallısın." Söylediklerimin sinirini bozmasını umdum ama öyle olmadı. Karşılık vermedi, o da bana hücum etmedi. Beni duymazdan gelmek onun için en kolay olandı. Duruşundan bile onu kendimden nasıl uzaklaştırdığım seziliyordu.