07.06.39
İbrahim beyin iki oğlu ve bir de kızı vardı.. Kız en küçükleriydi, benden 4 yaş kadar büyüktü. Çocukları tarafından zaten pek sevilmiyordum ama 40 gün önce annelerinin ölmesiyle bana karşı olan nefret ve mesafeleri de biraz genişlemişti.
İbrahim karısının kırkının çıkmasıyla evde mevlüt düzenledi. Her şeyle küçük kızı ilgilendi. Eve komşuların doluştuğu o kırkıncı gün ben odamdan bile çıkmadım. Milletin gözümün içine baka baka dedikodumu yaptıklarını görmek istemiyordum.
Fısır fısır konuşacaklar, olup biteni çözmeye çalışacaklardı. Hasta yatağında yatan bir kadının yerine geldiğim için beni ayıplayacaklardı. Hiçbirine diyecek hiçbir şeyim yoktu. Kimseye karşı kendimi savunacak halim kalmamıştı.
Mevlütten sonraki gün, kahvaltıda İbrahim, çocuklarının bana karşı olan kinlerini perçinleyen o duyuruyu da yapmış bulundu.
"Bir kardeşiniz olacak," dediğinde ben kafamı tabağımdan kaldırmadım bile. Masada çok derin bir sessizlik oldu. Herkesin önce birbirine ve en sonunda da bana baktığını hissedebiliyordum. İbrahim son derece gururlu görünüyordu. "Artık sizden de her konuda Selvi'ye yardımcı olmanızı bekliyorum," dedi. Elbisemin eteğini sıkmaya devam ettim. Büyük oğlu, Murat durmadan elindeki çatalı sallayıp duruyor ve ters ters bana bakmaya devam ediyordu. Bir an gözlerimiz buluştu. Artık onun yüzünde o güleç, işgüzar çocuğu göremiyordum. O artık beni tanımak istemiyordu, benden nefret ediyordu.
Evdeki hizmetçiler bile sırtımı döndüğüm an fısıldaşmaya başlıyorken çocuklarına ne diyebilirdim ki?
"Kaltak," diye fısıldadı kızı. Doğrudan karşısındaki duvara bakıyordu. Ağzından çıkan bu tek kelime başka zaman olsa canımı acıtırdı ama şimdi... bütün bu olanların yanında belki de en hafifi buydu.
"Ne dedin Leyla?" dedi İbrahim. Leyla yüzüne zorlama bir gülümseme kondurmayı başardı ve metanetini koruyarak babasına doğru döndü.
"Harika," dedi. "Harika haber. Tebrik ederim. Dünyanın düzeni işte; bir can verdik, bir can aldık." İbrahim onu onaylar gibi ağır ağır başını salladı. "Ölen gidiyor aradan," diye devam etti dişlerinin arasından. Karnımda babasının çocuğunu taşıyor olmamı belki de asla hazmedemeyecekti.
Annesinin hasta yatağında benim varlığımı bilerek can vermiş olmasını asla ne unutacaktı ne de unutturacaktı.
Bu yeni haberden sonra masa da ağız tadıyla kahvaltısını yapmaya devam edebilen tek kişi İbrahim olmuştu. Onun dışındaki herkes içinde biriken ve gün yüzüne çıkmak için sabırsızlanan duygularını bastırmaya çalışıyordu.
O kahvaltısını bitirip masadan kalkar kalkmaz bende peşinden kalktım. O masa da daha fazla kalmak istemiyordum. Hemen onun peşinden odaya girdiğimde şaşırarak bana baktı.
"Neden şimdi söyledin?" dedim. "Çok üzüldüler."
"Üzülecek bir şey yok; kardeşleri oluyor." Her zamanki gibi umursamaz, her zamanki gibi bencildi. "Bakıyorum da sadece eline bir hesap sorma fırsatı geçince benimle muhatap oluyorsun."
"Ne bekliyordun?" dedim. "Karşında muhabbet kuşu gibi şakımamı mı? Senin gibi bir adamın yanında hala duruyor olmama şükret, bir de muhabbet arıyorsun," dedim. Her zamanki gibi çabucak sinirlendi.
"Bana bak," dedi dişlerinin arasından.
"Baktım, ne oldu?" dedim ona doğru bir adım atarak. "Şimdi de hamile karını mı döveceksin?"