21. Bölüm ♦ III. Kısım

204 27 7
                                    

Bir el, bir üzüm salkımına doğru uzanıyordu. Benim elim miydi? Sanırım öyleydi. O esnada bir dal avucumu derince bir şekilde çizip attı. Elimde hissettiğim acıyla irkildim. Şimdi kan akan elime bakıyordum. Boğazıma şarabın acı tadı yayıldı. Kalbimin atışını sanki hissedebiliyordum. Bir el bileğimden tutarak elimi kaldı. İnceler gibi elimi hafifçe sağa sola döndürdü. Yaramın üzerine bir mendil sarılırken ne olduğunu anlayamıyordum.

"Şimdi elimi alabilir miyim?" Derinlerden gelen boğuk bir sesti bu. Benim sesim miydi?

"Hayır, elini eve kadar koruyacağım."

Öksürdüm. Elimdeki kase masanın üzerine düşerken ben öksürmeye devam ediyordum. Gözlerimden yaşlar boşalıyor, yanaklarımdan çeneme doğru akıyordu. Göğsüm gelen öksürüklerle kasılırken masanın kenarını tutmaya çalıştım.

Bir an kusacak gibi oldum. Birkaç damlanın burnumdan geri çıktığını hissedebiliyordum.

"İyi misin?" Sesini duyuyordum ama görüntüsü sanki bana çok uzaktı. Yüzümü ellerinin arasına alarak beni sakinleştirmeye çalıştı. "Tamam, sakin ol." Gözümde biriken yaşlarla bakışlarımı ona çevirdim. Eli enseme düşen saçlarımı okşarken bir anlık refleksle onu kendimden iterek uzaklaştırdım.

"Neydi o?" dedim. "Neydi o?" Ağzına bir lokma daha et atarken hiçbir şey anlamıyormuş gibi görünüyordu. "Bir şey gördüm. Daha önce de oldu bu. Neydi. Söyle."

"Hiçbir fikrim yok," dedi sadece. "İkramımı çok beğenmiş gözüküyorsun."

"Ne oldu ona?" Rehber'in sesini ilk defa bu kadar net duyuyordum. İlk defa bir monolog okuyormuş gibi değil de gerçekten biriyle konuşuyormuş gibiydi. Bir an izin verse telaşlandığını bile sanabilirdim. "Ne yaptın, söylesene."

"Bana neden kızıyorsun? Sanki benim yüzümden bu halde?" Rehber tek eli omzumda, bana doğru eğilerek hafifçe görüş alanıma girmeye çalıştı. "Bak, sana bir şey olmadı," diye devam etti Hakikat. "Tam da tahmin ettiğim gibi."

Enseme saplanan ağrıyla tekrardan gözlerimi sımsıkı bir şekilde yumdum. Ağrı sanki bütün kafatasımı tırmalıyor gibi hissediyordum.

"Hanımefendi." Bir ses kulaklarımdan içeriye doğru süzüldü. "Hanımefendi." Gözlerimi açmaya çalıştım. "Hanımefendi kendinize gelin." Yanağım hafifçe tokatlanırsan zar zor gözlerimi aralamayı başardım. Bir kız yanıma doğru çökmüş, üzerime doğru eğilmiş, durmadan bir şeyler söylüyordu. "Beni duyuyor musunuz?" Zorlukla başımı salladım ve oturduğum yerden doğrulmaya çalıştım.

"Ne oldu?" diye fısıldadım.

"Sanırım baygınlık geçirdiniz. Benimle gelin, bir serum taksak iyi olacak." Kolumun altından tutarak bana destek olmaya ve kaldırmaya çalıştı ama şu an kendimi pilim çıkartılmış gibi hissediyordum. Kafamı arkaya yaslayarak yukarıya doğru baktım ve gözlerimi açık tutmaya çalıştım.

"İyiyim," diye fısıldadım sadece.

"Hanımefendi, lütfen."

"Önemli bir şey değil. Sadece... sadece biraz uykum gelmişti." Kadın kaşlarını çatarak, anlayamamış bir şekilde bana baktı.

"Uyku mu? Uyuyor muydunuz yani?" Bir şey söyleyecek halim olmadığından sadece kafamı sallamakla yetindim. Kadın asabı bozulmuş bir şekilde derin bir nefes çekerken dizlerimin üzerinde doğruldum ve elimle yerden destek alarak bedenimi dikleştirmeyi başardım.

"Kusura bakmayın, sizi de telaşlandırdım. İyi günler," deyip tökezleyerek asansörden çıktığımda hala daha az önce olanları düşünüyordum.

Bu gelip giden görüntülere hiçbir şekilde anlam veremiyordum. Dün yaşadığım bir anı kadar berrak ama yıllar öncesinden kalmaymış gibi kesik kesiklerdi.

Hastaneden çıkıp durağa doğru yürürken vücudum uyuşuyor sanki her an uykuya dalacakmışım gibi hissediyordum. Bütün gücümle birkaç adım daha atmayı başardım. Sanki bir içimden bir ipin ucunu durmadan çekiyor ve o iple birlikte ruhum ilmek ilmek atıyordu.

"Demek bana direniyorsun." Kulaklarıma onun nezaketle örtülü kibirli sesi geldi. Beni yine yanına çağırıyor olmalıydı. "Daha söyleyeceklerim bitmemişti." Bir an yine oradayım sandım. Sanki bir anlığına büyülü görüntüsü ve yere kadar uzanan cübbesiyle, bütün gösterişiyle karşımdaydı ama sadece tek bir saniyeliğine. Hala kendi dünyamdaydım. "İyi, sen bilirsin."

Durağa gelip kendimi zar zor banka attığımda derin bir nefes aldım. Bütün vücudum yanıyordu. Gözlerimden süzülen yaşlar yakıcı izler bırakarak çeneme doğru süzülüyordu. Ağlamak gibi değildi, vücudum sanki bir çeşit tepki veriyordu.

Oturduğum yerde titremeye başladım. Ellerimi bacaklarımın arasına sokarken dişlerimi birbirlerine bastırmaktan çenemin ağrıdığını hissedebiliyordum.

Öne doğru yıkıldığımı hissettim. Sağ omzumun üzerinde, yerde yatıyordum şu an. Dizlerimi kendime çekebildiğim kadar çekerken bir an önce bedenimin hakimiyetini tekrardan kazanmaya çalışıyordum. Sinir bozucuydu. Titriyor ve kasılıyordum.

Burnuma aynı koku geliyordu. Üzüm ve baharın nahoş kokusu.

Birinin başımı kaldırdığını hissettim. Etrafımda biriler hararetle konuşuyor, fısıldaşıyor ve bağrışıyorlardı. Çoğu ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordu.

"Ne olmuş?

"Kriz geçiriyor. Biliyorum ben bunu. Epilepsi galiba." Tamamen sallıyordu.

"Yok yok. Başka bir şey bu. Gencecikte kız, neden yaparsınız ki kendinize bunu. Gözleri de kıpkırmızı olmuş."

Biri elini ağzımın içine sokup çenemi açmaya çalışıyordu. Dişlerimi sıkmaktan çenem kaskatı kalmıştı. Parmaklarını biraz daha içeriye sokmayı denedi ama kendine yeteri kadar bir aralık bulamıyordu. Parmakları bir anlığına midemi bulandırdı. Kusacak gibi hissettim, midem son derece huzursuzdu.

Dişlerimi az çok aralamayı becerdiğinde dudaklarımın arasına katlı bir mendil koydu. Sanırım bu kasılmayla dişlerime zarar vereceğimi düşünmüştü.

Kıvrandım, kıvrandım.

Gerilerden bir yerden bir ses geliyordu. Biri yine usul usul türkü söylüyordu.

"Beyaz giyme tanırlar. Seni yolcu sanırlar.

Zaten bende talih yok, seni benden alırlar. Salınada salınada gel haydi yavrum, dön dolaş yine bana gel."

Artık biliyordum.

İçimde bir şeyler gün yüzüne çıkmak için durmadan çırpınıyor, çırpındıkça beni yakıp yıkıyordu. Daha fazla inkar edemez, görmezden gelemezdim. Daha fazla bastıramazdım.

Olması gereken olacak, verilmesi gereken hesap verilecekti.

-Bölüm Sonu-

Geçmişten GelenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin