17. Bölüm ♦ II. Kısım

338 39 6
                                    


İki kaşımın ortasına saplanan derin sancıyla neredeyse uyanmak üzere olduğumu fark ettim. Ağzımın içinde ekşi, neredeyse acı bir tat vardı.
Uyku arasında sağa doğru döndüm ve belli belirsiz onun güzel yüzünü gördüm. Gözlerim tamamen açılırken sadece onun yüzü vardı. Derin bir uykuda gibi görünüyordu. Dudaklarıma konmak üzere olan tebessümü hemen kovaladım ama zaten gülmeye bile mecalim yoktu. Bunu istesem de başaramazdım.
Elim yavaşça ona doğru uzandı. Kendimi artık ona açılan bir kapının önünde gibi hissediyordum. Sonu ona çıkan bir yolun yolcusu oluvermiştim sanki.
Elim temkinli bir şekilde tenine değdi. Dokunuşumun ona acı vermesi istediğim son şey bile değildi.
Öyle güzeldi ki... öyle duru.
Daha önce nasıl fark etmediğime anlam dahi veremiyordum. Delirmiş olmalıydım. İnsan dahi değildi. O sadece yıllar önce ölmüş bir insanın bir türlü huzura eremeyen, yer yüzünde sıkışmış ruhuydu.
"Ne yapıyorsun?" Diye fısıldadığında panikleyerek geri çekildim. Ne ara uyandığını asla fark etmemiştim ama zaten gözleri hala kapalıydı. Bir anlığına elimi kolumu nereye koyacağımı bilemedim. "Yapma."
"Bir şey yaptığımdan değil, ne yapacağım ya sana." Gözlerini araladı. Gözleri hafiften mahmurdu. O an, bir anlığına içimden gelen gülümseme isteğine hiçbir anlam veremedim.
"Bana aşık olma." Benim kaşlarım yukarıya kalkarken ve gözlerim kocaman olurken onun yüzü son derece ifadesizdi. Birden yattığım yerden fırlayıp oturur pozisyona geçtiğimde kuyruk sokumumda bir sancı hissettim.
"Ne?" dedim. Hala tek yaptığı sadece beni izlemekti. "Nerden çıkarıyorsun bunları, delirdin mi?" Yüzümün önüne düşen saçları güçsüz parmaklarıma geriye doğru ittim.
"Asıl delilik senin yaptığın." Sözleriyle tekrardan atlayarak konuşmaya devam etmesine engel oldum.
"Seni gören tek insan olabilirim ama sen, benim gördüğüm ilk erkek değilsin. Kendini tam olarak nerede gördüğünü bilmiyorum ama böyle bir şey mümkün değil. Asla, anladın mı? Asla." Başını iki yana salladı. Tembel bir şekilde o da yataktan kalkıp oturur bir pozisyona geçtiğinde neredeyse dizlerimiz birbirine değiyordu.
"Emin misin? Bende öyle olmasını umuyorum," dedi. Sinirlerim bozulmuş bir şekilde birkaç saniye kalakaldım.
"Gönder beni. Gönder hadi gitmek istiyorum," dediğimde bakışları yüzümde biraz oyalandı. İyi olduğumdan emin olmaya çalışıyor gibi bir hali vardı. "Hadi," diye üsteledim. Hiçbir şey demeden elini yüzüme doğru uzattığında kelimeler birden ağzımdan döküldü. "İstediğin bu değil mi? Belki de sen, sana aşık olmamı istiyorsundur. Hiç böyle düşündün mü?" Yüzünden kalp kıran, alaycı bir gülümseme geçti.
Eli yüzümün önünden geçerken bedenimde yine hafif bir uyuşukluk vardı. Yattığım yerden kafamı zar zor, hafifçe kaldırarak etrafıma bakındığımda odam da olduğumu fark ettim. Kafamı tekrardan bıkkın bir şekilde yastığıma bıraktığımda derin bir nefes aldım.
Nasıl ona aşık olduğumu düşünebilirdi. Aptal ruh, acaba insanken de böyle miydi?
Bir bedeni, bir kalbi ve duyguları olmadığını biliyordum ama belli ki bir gram aklı bile yoktu. Gerçekten, gerçekten ona aşık olmam için mantıklı tek bir sebep bile var mıydı, bunu hiç düşünüyor muydu?
Gözüm komidinin üzerindeki telefonuma kaydığında oflayarak yataktan kalktım. Şarjı bitmişti. Şarja takıp birkaç saniye açılmasını bekledim. Odanın içi hafiften kararmaya başlamıştı, saat akşam 5-6 civarı falan olmalıydı. Ekranın aydınlanmasıyla telefon tekrardan titremeye başladı.
Bildirimler üst üste gelirken tam da tahmin ettiğim gibiydi. Çoğu Melis'in mesajları ve aramalarıydı. Hiçbiri Mehmet'ten değildi.
Böyle bir durumda asla iletişime geçen taraf olmazdı. Aramayacaktı, sebebini sormayacaktı, asla uzlaşmaya çalışmayacaktı. Zaten bunların hepsini yapmak için de yeterince zamanımız vardı ama biz görmezden gelmeyi, her şeyi halının altına süpürmeyi tercih etmiştik.
Ama ne kadar süpürürsen süpür, ne kadar görmezden gelmeye çalışırsan çalış işte oradaydı. Her şey oradaydı.
Nedense buna beklediğim kadar üzülmedim. İçimde bir boşluk hissi vardı. Sanki uzun zamandır olmasını beklediğim bir şey olmuş gibi hissediyordum. Tek sorun bunu daha önceden yapmamış olmamızdı.
Şu an ne yaptığını merak ediyor olmam çok mu bencilce olurdu? Durumun asla beni üzmüyor olması beni kötü biri mi yapardı?
Oraya gelen bütün davetlilerin söylene söylene dağıldığını, babalarımızın hiçbir şey demeden yan yana kalmak zorunda oldukları birkaç dakikayı çok iyi tahmin edebiliyordum.
Diğer mesajlarsa aramızda hiçbir samimiyet olmayan yakın çevremizdendi. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. İlk bana ulaşıp detayları öğrenen bütün bilgi ağını eline alıp dedikoduyu yaymaya başlayabilecekti.
Bir an idrak ettiğim şeyle duraksadım. İlk mesaj tarihi 3 gün öncesine aitti. Yani bütün bunların üzerinden tam 3 gün geçmişti ama benim son 3 güne ait gerçekten hiçbir anım yoktu. Bu hem korkutucuydu hem de garip.
Yatağımın karşısındaki aynada yansımamla göz göze geldiğimde garipsemeden edemedim. Elbisem hala üzerimdeydi ama ilk halimden çok farklı görünüyordum. Yüzüm soluk, saçlarım dağınık ve hafiften yağlanmaya başlamıştı. Önce bir banyoya girmeliydim belki de.
Odamdan çıkıp koridor boyunca, mutfağa doğru yürüdün. Karnım o kadar acıkmıştı ki durmadan sesler geliyordu. Mutfağa girdiğimde babam ince, uzun bir bardağa su doldurmakla meşguldü. Yanımdan geçip giderken bir anlığına buzdolabına doğru yönelmiştim ama bir an sonra kendimi babama seslenirken bulmuştum.
"Sormayacak mısın?" Kapının eşiğinden çıkmak üzereyken durdu ve başını hafifçe omzunun üzerinden bana doğru çevirdi. "Hiçbir şey demeyecek misin? En azından kızmayacak mısın?"
"Anlatman gereken bir şeyler mi var?" dedi. Duraksadım, ne diyeceğimi bilemedim.
"3 gün boyunca yatakta öylece uzandım ve bir anlığına bile be olduğunu merak etmedin mi?" Derin bir nefes çekerken geniş göğsü iyice kabardı. Sıkışmış görünüyordu. Onun için böyle bir yük olmak istemezdim. Her kelimesiyle onu sıkan, bezdiren biri olmak istemezdim.
"Hala çocuk gibisin," dedi. "Yaşamak için ilgi çekmene gerek yok, ilgi görmeden de yaşayabilirsin." Kaşlarım çatıldı. Birden bire kendimi o kadar çok canım yanmış hissediyordum ki buna bir anlam veremedim. Benim söylediklerim ona fiske vurmazsan onun her kelimesinin bana böyle tesir ediyor olması hiç adil değildi, haksızlıktı bu.
"İlgi çekmek için değildi," diye fısıldadım.
"Eğer mutlu olacaksan, evet herkes seni konuşuyor." Başımı sallayarak, abartı bir şekilde onayladım.
"Keşke... keşke en uzun konuşmamız bu olmasaydı," dedim. Bana dik dik bakmaya devam ediyordu. Kendimi aynı evin içinde bir yabancıyla yaşıyormuşum gibi hissediyordum.
"Bir duşa girsen iyi olacak," dedi ve usulca arkasını dönüp uzaklaştı.
Buzdolabın kapağını açtım ve henüz içine bile bakmadan tekrar kapattım. Kendimi mutfak masasının sandalyesine bırakırken göğsümde bir şeyler birikiyordu sanki. Gerçekten şımarık bir kız çocuğu gibi mi davranıyordum? İnsanları sıkıyor ve kendimden uzaklaştırıyor muydum?
Sarı eteğimin kirli uçlarına bakarken bir an ağlayacağım sandım ama o da olmadı. Kapının çarpma sesiyle kendime geldiğimde yüzümde hafif, buruk bir gülümseme belirmişti.
-Bölüm sonu-

Geçmişten GelenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin