Gözlerimi açtığımda, güneş daha tam doğmamıştı bile. Jimin'in beni oldukça kaba bir şekilde uyandırmasıyla zorlukla uyanabilmiştim. Ah, doğru. Ben bir askerdim. Oldukça erken bir saatte kalkıp, işimin başına geçmeliydim. Sahi, ben burada ne yapabilirdim ki?
Uykusuzluktan ölecekmiş gibi hissediyor olsamda, en azından dün gece Jimin ile uyurken hiçbir sorun yaşamamış olduğum için yine de mutluydum. Yakalanmaktan ve en ufak bir açık vermekten deli gibi korkuyordum ve çadır arkadaşımın Jimin olması, işleri benim için daha da zorlaştırıyordu. Zeki biri olduğu açıktı, başkalarının ben de fark etmediklerini görme olasılığı yüksekti. İlk gece şansım yaver gitmiş olabilirdi ama yine de oldukça dikkatli olmam gerekiyordu.
Jimin'in üstünü değiştireceğini fark ettiğim anda tuvalete gidiyorum bahanesini kullanarak dışarı çıkmıştım. Yeni uyandığımdan mı yoksa hava gerçekten soğuk olduğu için mi üşüyordum bilmiyorum ama vücudum resmen buz tutmuş gibiydi. Dişlerimin bile titremekten kırılacağını düşünmüştüm. Tanrım, burada resmen acı çekiyordum ve bu acının daha ne kadar süreceği belli değildi. Elime geçen ilk fırsatta hemen gidip Minnie'yi aramam gerekiyordu fakat geldiğimden beri bir türlü yalnız kalamamıştım. Hoseok, Jimin ve diğerleri sürekli etrafımdaydı ve onların gözleri benim üstündeyken gizlice Minnie'yi aramam oldukça zordu. Öyle bahtsız biriydim ki, tuvaletimi yapmaya gittiğimde bile komutanla karşılaşmıştım. Daha yeni olduğum için bütün dikkatleri üzerime çekmeyi başarmıştım ama kısa bir süre sonra, bana alıştıkları zaman üzerimdeki bu gözlerin kaybolacağından emindim. O zamana kadar dikkat çekici hiçbir hareket yapmamalı, Minnie'yi bulabilirsem buradan hemen gitmeliydim. Onu bulamazsam eğer, sabırla aramaya devam etmeliydim. Büyükanneme verdiğim sözü tutmalı, onu evimize geri götürmeliydim.
Jimin'in dışarı çıkmasından sonra hızlıca çadırın içine girip, yine aynı hızla kıyafetlerimi giymiştim. Tam üzerimi değiştirirken birinin içeriye girme ihtimali oldukça yüksekti ve ben elimden geldiğince hızlı ve dikkatli olmalıydım. Botlarımın iplerini tekrar tekrar kontrol edip, açılmayacaklarından emin olduğumda çadırdan çıktım. Yine komutanın karşısında iplere takılıp bocalamak istemiyordum. Zaten iki seferdir onun gözüne batıyordum ve bir tanesini daha kaldırabileceğimi sanmıyordum.
Askerlerin sırayla dizildiğini gördüğümde, kendimi hemen onların yanına atarak bulduğum ilk yere geçtim. Sanırım bu bir rutindi, her güne başladığımızda ve gün bitiminde, komutana selam vermemiz gerekiyordu. Yanıma ne zaman geldiğini fark etmediğim Hoseok sessizce 'günaydın' diye mırıldandığında başımı öne eğerek selam verdim. Buradaki en sıcakkanlı ve samimi insanının o olduğunu düşünüyordum, Minnie'ye bulmamda yardımcı olabilir gibiydi. Tabiki ona bir kız olduğumu söyleyemezdim fakat buraya getirdikleri kızların nerede olduğuna dair ağzından birkaç laf alabilirdim. En azından öyle olacağını umuyordum.
Hazır ol komutunu duymamla, komutanın gelmek üzere olduğunu anladım ve yanımdaki askerlerin yaptığı gibi saygı duruşuna -ya da adı her neyse- geçtim. Komutan geldiğinde, onun yüzünü ilk defa bu kadar net görebiliyordum. Sert bakışları ve ciddi ifadesi her zamanki gibi yerindeydi ve gerçekten çok genç ve yakışıklı görünüyordu. Birçok kızın hayallerini süsleyen o beyaz atlı prens kalıbına oldukça uyuyordu. Siyah saçlar, siyah gözler ve keskin yüz hatla—
ŞİMDİ OKUDUĞUN
la vera bellezza
Fanfictionsen, taktığın maskenin ardına saklanmış bir kız. ben, o güzelliği geç fark edecek kadar aptal.