Güzel bir kız değildim, bunu biliyordum fakat hiçbir zaman güzel olmayışımın bir gün geldiğinde işime yarayacağını düşünmemiştim. Komikti ama zayıf vücudum ve kısa şekilsiz saçlarımla şu an, tamamen bir erkek gibiydim ve kimse benden şüphelenmiyordu. Gerçekler ortaya çıkarsa alacağım cezanın ne kadar büyük olacağını düşünmek bile istemiyordum fakat umuyordum ki, o gün hiç gelmeyecekti ve ben Minnie ile birlikte buradan gidecektim.
Burada geçirdiğim birkaç günün ardından, yeni arkadaşlarım(!) hakkında birkaç izlenim edinmiştim ve Hoseok, tartışmasız içlerinde en kibar olanıydı ve o da tıpkı benim gibi, asker olmak için doğmamıştı. Onunla bu konu hakkında konuşmamış olsak da, bazen neşeli yüzünün aniden hüzünle solduğunu görebiliyordum. Burada olmayı pek de istemiyor gibi bir hali vardı, tıpkı benim gibi.
Seokjin ise... Seokjin'di. Komikti, içinde bulunduğum içler acısı duruma rağmen onun yaptığı şakalara gülmeden edemiyordum. Uzun boylu, geniş omuzluydu ve oldukça iyi bir yüze sahipti. Dış görünüş olarak belki de askerliğin en çok yakıştığı kişi oydu ama karakter olarak, bundan çok uzaktı. Ciddi kalabildiği en uzun süre beş dakikaydı.
Jimin ise, çadır arkadaşımdı ve kesinlikle beni en çok rahatsız eden oydu. Akıllıydı, bu bariz bir gerçekti ve benim aslında bir kız olduğumu anlayabilecek belki de tek kişiydi. Aynı çadırda uyuyor olmamızda, işlerimi daha da zorlaştırıyordu. Gözleri sürekli üstümdeydi ve bırakın Minnie'yi aramayı, korkumdan tuvalete bile gidemiyordum fakat yine de, ilk tanıştığımız ana kıyasla ilerleme kaydettiğimizi söyleyebilirdim. En azından bana dün gece yatmadan önce bana iyi geceler dilemişti. Eh, pek önemli bir olay değildi belki ama benim açımdan, güzel bir gelişmeydi.
Ve, Kim Taehyung. Genç yaşına rağmen nasıl bu kadar yükselmiş, komutan olabilmişti hala aklım almıyordu. Buradaki askerlerin ondan pek haz etmediklerini anlamak için çok da zeki olmaya gerek yoktu. Bakışlarından ve onun arkasından yaptıkları dedikodulardan bunu rahatlıkla anlamıştım ve ne yazık ki, onlarla aynı fikirdeydim. Evet, o bir komutandı. Buradaki her askerden o sorumluydu, ciddiyetini korumak zorundaydı ama yine de bu kadar kaba ve soğuk olması gerekmiyordu ve bir de bakışları vardı ki, insanın içini yakıyordu. Öyle bir bakıyordu ki, yanlış bir şey yapmadığını bildiğin halde seni suçlu hissettirebilirdi. Ondan korkuyordum, gerçekten tüylerimi ürpertiyordu. Elimden geldiğince dikkatini çekmemek için çabalıyordum.
Saat epey geç olmuş, herkes uyumuştu ve ben kararlıydım. Bu gece ne olursa olsun Minnie'yi bulacaktım, en azından onu uzaktan bile olsa görmek şimdilik yeterli olurdu benim için. İyi olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Buradaki askercilik(!) oyununa kendimi fazla kaptırmış ve asıl geliş amacımı resmen unutma noktasına gelmiştim.
Jimin'i uyandırmamaya özen göstererek çadırdan çıktım. Hoseok'un bana verdiği ince bir hırkayı üstüme geçirip, etrafıma kısa bir süre göz atıp sessizce yürümeye başladım. Nöbetçi askerlerin beni fark edip, neden etrafta bu saatte dolaştığımı sorgulamalarını istemiyordum. Burada yaptığımız her harekete şüpheyle yaklaşılıyordu ve nedense konu ben olduğumda, bu durum iki katına çıkıyordu. Böyle olmasının sebepleri barizdi aslında, ilk olarak ben Taylandlıydım. Onlar için maalesef ki benim ırkım pek değer görmüyordu. Yıllar geçiyor, insanlar ilerliyordu belki ama ırkçılık hala yerini sağlam bir şekilde koruyordu. İkinci olarak ise, buraya ait olmayışımdı. Zayıftım, güçsüzdüm ve bir askerde olması gereken özelliklerden hiçbirini barındırmıyordum. Onların dikkatini üzerimde toplamak için bu iki sebep gayet yeterliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
la vera bellezza
Fanfictionsen, taktığın maskenin ardına saklanmış bir kız. ben, o güzelliği geç fark edecek kadar aptal.