1968,
Seoul, Buchon Hanok.Küçük kasabamızdaki en sevdiğim yer, meydanın ortasında bulunan ulu ağacın tepesiydi. Buradan Bayan Kugimiya'nın tombul yedi yaşındaki oğlunu azarlayışını, Bay Sonthichai'nin bahçesindeki çiçekleri suladığını ve kasabamızın güzel kızlarının hoş elbiseleriyle salına salına yürüdüklerini ve ağızlarının suyu akarak onları izleyen erkeklere attıkları flörtüz bakışları rahatlıkla görebiliyordum.
Ve işin güzel tarafı, onlar beni göremiyordu.
Bir kuş misali en tepedeki dala çıkarak boş vakitlerimi burada gökyüzünü ve kasabayı izleyerek geçirirdim. Kasabadakiler ve özellikle büyükannem, bu yaptığımı ayıplarlar ve bana sürekli 'erkek çocuğu musun sen?' diye sataşırlardı. Benim kasabadaki kızlar gibi elbiseler giymem yerine, bol pantolon ve gömlek ile ortalıkta gezinmem hoşlarına gitmiyordu.
Ama anlayamadıkları bir şey vardı ki, ben farklıydım. Onlar gibi değildim. Benim için elbiseler giyip, makyaj yapmaktan daha önemli şeyler vardı bu hayatta. Mesela akşam yemek yiyebilmek için kazanmamız gereken para gibi.
Anne ve babamı kaybettikten sonra, kız kardeşim Minnie ile büyükannemin yanında yaşamaya başlamıştık. Minnie oldukça aklı havadaydı, bütün derdi az önce bahsettiğim kızlarla aynıydı. Güzellik, erkekler ve hoş elbiseler.
Büyükannem ise çalışamayacak kadar yaşlı ve hastaydı, hal böyle olunca bütün sorumluluk benim üstümdeydi. Günübirlik işlerde çalışıyor, genelde Bay Park'ın kümesteki hayvanlarıyla ilgileniyordum. Doğal olarak, işten çıktığımda kıyafetlerim kirli ve çamurlu oluyordu. Etraftaki 'bu ne biçim bir kız' bakışlarını üzerimde hissetsemde, alıştığım için artık umursamıyordum bile.
"İnsene kızım şuradan," dedi Bayan Kugimaya beni dalların arasında farkettiğinde. "Bir gün düşeceksin." Söylediklerine güldüğümde, kısa bir uğraştan sonra aşağıya indim ve bana endişeli gözlerle bakan Bayan Kugimaya'ya içten bir şekilde gülümsedim.
"Bir şey olmaz, merak etmeyin."
Saygıyla önünde eğilip eve doğru yürümeye başladığımda, birkaç küçük çocuğun önümü keserek top oynama isteklerini kıramamıştım. Evet farkındaydım, ben bir kızım ama ne yapabilirdim ki? Futbol oynamayı seviyordum.
"Lalisa, nerelerdeydin?" Eve girdiğim an büyükannemin sitemli sözlerini işittim. Bir süredir yataktan dahi çıkamıyordu. Onun bu hasta halini gördüğüm her an, çektiği acıyı bizden nasıl gizlemeye çalıştığını fark ediyordum. Üzülüyordum, çok fazla üzülüyordum ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. O yaşlanmıştı ve artık iyileşmesi için hiçbir umut kalmamıştı.
"Yine erkek çocuğu gibi sokakta top oynuyordun değil mi?" Büyükannemin sözleri kıkırdamama sebep olduğunda başımı usulca salladım. Benim bu halimden memnun değildi. İlk başlarda beni yargıladığını düşündüğüm için ona kızıyordum ama şimdi, neden böyle düşündüğünü anlayabiliyordum. Öleceğini biliyordu ve o bu dünyadan göçüp gittiğinde, benim düzgün bir yaşama sahip olmamı istiyordu. Minnie için endişelenmiyordu, çünkü biliyordu ki o güzeldi ve elde edemeyeceği bir erkek yoktu. Gayet rahat bir yaşam sürebilirdi ama ben? Benim gibi bir kıza kim aşık olup evlenirdi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
la vera bellezza
Hayran Kurgusen, taktığın maskenin ardına saklanmış bir kız. ben, o güzelliği geç fark edecek kadar aptal.