Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Minnie'yi hala bulamamış olduğum gerçeği bir yana, çok fazla şüpheyide üzerime çekmiştim ve şimdi attığım adımlara daha fazla dikkat etmek, dikkat çekmemek için uğraşmak zorundaydım. İçimdeki ufak bir umut kırıntısı, Minnie ve diğer kızları bıraktıklarını ve evlerine geri dönmeleri için izin verdiklerine inanmak istiyordu ama bunu öğrenebilmemin bir yolu yoktu, en azından şimdilik.
Sabah gözlerimi rahatsız edici bir gürültüyle araladığımda, hemen çadırdan çıktım ve birçok askerin telaşla etrafta koşuşturduklarını gördüm. Neler olduğunu çözmeye çalışan bakışlarım etrafta gezinirken, yanıma gelen Hoseok garip bir ifadeyle beni süzdü. "Neden hala böylesin? Gidip giyinsene."
Ona ne olduğunu sormak için dudaklarımı aralayacağım sırada hızlıca yanımdan geldiği gibi ayrılmasıyla sözlerimi yutmak zorunda kaldım ve çadıra geri döndüm. İçeriye birinin girmesi ihtimaline karşı üstün bir çabuklukla giyindiğimde, hala uyku sersemliğimi üstümden atabilmiş değildim. Dağılmış, şekilsiz saçlarımı gizleyebilmek adına şapkamı başıma geçirip çadırdan çıktığımda, ne yapacağımı bilemez bir halde öylece etrafıma bakındım.
Jimin ve Seokjin'in birkaç metre ilerideki arabaların yanında konuştuklarını fark ettiğimde, boş boş etrafıma bakınmaktansa gidip neler olduğunu onlara sormamın daha mantıklı olduğunu düşünerek yanlarına ilerledim. Seokjin beni gördüğünde ufak bir tebessüm göndermiş, Jimin ise beni baştan aşağıya süzmüş ve kaşlarını çatmıştı.
"Sen neden giyindin?" Tanrım, ne oluyordu burada böyle? Hoseok bana giyinmemi, Jimin ise tam tersini söylüyordu ve benim kafam kelimenin tam anlamıyla allak bullak olmuştu.
"Neden böyle diyorsun, o da bizimle gelmiyor mu?" Seokjin afallamış bir halde konuştuğunda, merakla Jimin'e döndüm. "Nereye gidiyoruz ki?"
Bakışlarında tereddüt vardı ve bunun sebebini anlayamamıştım. Derin bir nefes alıp göz ucuyla bana bakmaya devam etti. "Komutanın kardeşine dair bir haber aldık, oraya gidiyoruz."
Kim Taehyung ile kaderlerimizin bu kadar benziyor olması ilginçti. İkimizde çaresizce kardeşlerimizi arıyor, onlar için elimizden gelen her şeyi yapıyorduk. Benim kardeşimi kaybetmemin sebebi her ne kadar bu adam olsa da, yine de onun adına sevinmeden edemedim. Bir nevi aynı hisleri paylaşıyorduk, onun yaşadıklarını anlayabiliyordum.
"Neden bana söylemedin gideceğimizi?" Jimin hafif bir sitemle sorduğum soruya karşı sadece omuz silkti.
"Sen silah tutmayı bile bilmiyorsun, Lawan. Senin hala neden burada kalmana izin veriyorum onu bile bilmiyorken, bizimle göreve gelmeni istememem oldukça normal."
Sözleri gözlerimi devirmeme sebep olmuştu, beni küçük görmesi sinir bozucuydu fakat bu durum benim işime geldiğinden, itiraz etmedim. Kesinlikle onlarla askercilik(!) oynamaya meraklı değildim. Belki de onların yokluğunda Minnie'yi bulup buradan bir an önce gidebilirdim. Evet, kesinlikle bu benin açımdan çok iyi—