twelve: like a little brother

3.7K 584 318
                                    

Güneş batıp ay üzerimize çöktüğünde, benim adımlarım kendiliğinden Taehyung'ı çadırına doğru ilerlemişti

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Güneş batıp ay üzerimize çöktüğünde, benim adımlarım kendiliğinden Taehyung'ı çadırına doğru ilerlemişti. Beni yine neden çağırdığını bilmiyordum, onun yanına gittiğimde ne konuşacağımızı da bilmiyordum. Jimin gerçeği öğrenmişken ve bu gerçekle ne yapacağını bilmezken hala umursamazca buraya gelmem benim sonumu getirecekti belki ama dediğim gibi, ayaklarım benden izinsiz çoktan çadırın önüne getirmişti beni. Tereddütle kaç dakika o çadırın önünde dikildim bilmiyordum, düşüncelerim içeriye girmek ve arkama bile bakmadan kaçıp gitmek arasında gidip geliyordu.

Zihnimde dakikalarca süren çatışmanın ardından derin bir nefes almış, en fazla ne olabilir ki diye düşünerek çadırın içerisine girmiştim. Taehyung'ın üzerinde onu her zaman gördüğüm askeri kıyafetleri yoktu. Dik yakalı krem rengi kazak, yüksek belli dar siyah bir pantolon giymişti. Dalgalı saçları özensiz ve dağınıktı fakat yine de o fazlasıyla iyi görünüyordu. Tanrım, gerçekten ondan etkilenmek istemiyordum fakat bu çok zordu. Kim Taehyung, herkesin dikkatini çekebilecek kadar hoş bir adamdı.

İlk birkaç saniye ne yapacağımı bilemez bir halde öylece onu izlemiştim. Onun bakışlarıda beni bulduğunda, yüzünde her zamanki ciddi ifadesi asılıydı ve bu benim yutkunmama sebep olmuştu. Her şey bir yana, ondan hala korktuğumu itiraf etmek zorundaydım. Çok nadir anlar dışında ifadesi ya her zaman düzdü ya da karşısındakini titretecek kadar sertti ve siz onun aklından neler geçtiğini anlayamazdınız. Durum böyle olunca da, ona nasıl yaklaşacağınızı, nasıl davranacağınızı bilemezdiniz.

Korkak adımlarla onun yanına ilerlediğimde, başımı öne eğerek selam vermiştim. Konuşma yetimi kaybetmiş gibiydim ve tek bir kelime dahi ağzımdan çıkmıyordu. Onunla baş başa kaldığımız ilk sefer değildi ama ben hala buna alışabilmiş değildim. Bir yandan da Jimin'in benim burada olduğumu bilmemesi için dua ediyordum çünkü gölde bizi birlikte görmüştü ve onun üstüne bir de burada yakalanırsam, işler kesinlikle benim açımdan iyi sonuçlanmazdı.

"Neden beni çağırmıştınız, efendim?"

"Bir nedeni olması mı gerekiyor?" Dudaklarına küçük bir tebessüm yerleşti. "Hadi, otur."

Onun sözlerini algılamaya çalışırken yarım yamalak başımı sallamış, küçük ahşap masanın yanındaki tabureye oturmuştum. Diken üstünde gibi hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi. Hareketlerine bir anlam vermeye çalışmaktan fazlasıyla yorulmuştum. Belki de sadece akışına bırakmam gerekiyordu.

"Sadece nasıl olduğunu öğrenmek istemiştim," dedi karşıma bir tabura çekip otururken. "Geçen gün gölde iyi görünmüyordun ve o gün de Jimin yanımıza geldiğinden sana soramadım." Jimin'den bahsederken yüzünü buruşturması gözümden kaçmamıştı ve bu birbirlerinden hoşlanmamalarının nedenini daha da çok merak etmeme sebep olmuştu.

"Ben iyiyim efendim, teşekkür ederim. O gün biraz yorgundum." Sesimin inandırıcı çıkmasını umarken başımı öne eğmiştim, onunla birkaç saniyeden fazla göz göze kalırsak bir şeyler belli ederim diye korkuyordum. Ona farklı baktığımı bilmesine izin veremezdim.

la vera bellezzaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin