Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Bütün gece uyuyamamıştım.
Düşünmekten, mantıklı bir yol bulmaya çalışmaktan fazlasıyla yorulmuştum ve haliyle, gözüme bir damla dahi uyku girmemişti. Ne yapacağımı, Minnie'yi nerede arayacağımı bilmiyordum. Her şey tamamen bir bilinmezlik içindeydi, zihnim karmakarışıktı. Jimin'in bana yalan söylemiş olma ihtimalini düşünmek dahi istemiyordum fakat içimde beni dürten şüphenin varlığını da inkar edecek değildim. Sadece, inanmak istemiyordum işte. Hem zaten, böyle bir yalan söylemek için bir nedeni olduğunu da sanmıyordum.
Büyükannem dün gece daha fazla kendim kestiğim şekilsiz saçlarıma tahammül edememiş olacak ki, eline bir makas almış ve saçımın daha düzgün bir şekle kavuşmasını sağlamıştı. Hala kısaydı belki ama en azından eskisi gibi dağınık ve kötü görünmüyordu. Biraz da olsa, kendimi daha iyi hissetmiştim. Elbette bu kısa süren bir mutluluktu çünkü Minnie'nin hala nerede olduğunu bilmediğimi hatırladığım an, tekrardan sıkıntılar beni boğuyordu ve ben ölecekmiş gibi hissediyordum.
Uzun süredir ayrı kaldığım, özlediğim ulu ağacıma gelmiştim. Meydanda kimse yoktu ve etraf oldukça sessizdi. Hava kararalı çok olmamıştı, rüzgar hafifçe esiyordu ve buradan daha huzurlu bir ortamı başka hiçbir yerde bulamayacağıma emindim.
Düşünüyordum, yine. Çaresizlik hissi çok kötüydü, ikilemlerin arasında sıkışıp kalmıştım ve artık ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Oraya geri dönmek ve Jimin'le konuşmak istiyordum, bana yalan söyleyip söylemediğini öğrenmek istiyordum ama bunu nasıl başaracağımı bilmiyordum. Yakalanmadan Jimin'i bulmam imkansızdı ve beni başka askerlerin görmesi de, işleri daha da çıkılmaz bir yola sokardı.
"Lalisa!"
Bambam'ın sesini duyduğum an düşüncelerimden sıyrılmış ve ağacın altından şaşkınlıkla bana bakan çocukluk arkadaşımı görmüştüm. Dudaklarıma anında bir gülümseme yayılırken, hemen aşağıya inmiş ve ona sımsıkı sarılmıştım. Şaşkınlıklan bana karşılık dahi verememiş, öylece olduğu yerde dikilmişti. Bir açıklama beklediğini biliyordum, dün döndüğüm halde yanına uğramadığım için bana kızacaktı büyük ihtimalle ama ona başıma gelenleri anlattıktan sonra, öfkesinin yatışacağından emindim. Sonunda kollarımı ondan ayırıp gözlerinin içine baktığımda, afallamış ifadesi dudaklarımdaki gülümsemenin genişlemesine sebep oldu.
"Sen... Neredeydin?"
"Büyükannem anlatmadı mı?"
Başını usulca sağa sola sallarken, bakışları dikkatle saçlarımda ve bedenimde kısa bir süre gezindi. Ben de değişen birçok şey vardı, mesela artık saçlarım uzun değildi ve zaten ince olan bedenim, daha da zayıflamıştı. Fakat o, hala aynı Bambam'dı. Benim aksime, o bu kısa süre zarfında hiç değişmemişti.
"Senin sadece Minnie'yi aramaya gittiğini söyledi ama, nerede olduğunu söylemedi."
Derin bir iç çektim, uzun bir sohbet bizi bekliyordu.