1 - Züleyha

45.6K 2.4K 1K
                                    

Mahallemizi özlediniz mi? Şahsen ben çok özledim. Öyle ki ağustos ayının üçünde, saat gece üçü gösterirken aklıma birden -bir kısmınızın Bir bahar Akşamı hikayesinden tanıdığı- Züleyha ve Suat düştü. Hem de öyle bir düştüler ki kendimi yatağımdan kalkıp sabah altıya kadar yazı yazarken buldum. O günden beridir de aklımın bir köşesinde, sürekli onları yazmam için vızıldayıp duruyorlar. Ben de artık bu çağrıyı cevapsız bırakamıyorum. Benim neşeyle yazdığım, düşlemekten mutluluk duyduğum bir kurgu Hayalci. Umarım siz de benim kadar seversiniz ve Züleyha ile Suat'ın bu macerasında bana eşlik edersiniz. Keyifli okumalar diliyorum!

Pencereyi hızla çekip açtığımda içeri doluşan rüzgâr perdenin yüzüme yapışmasına neden olunca oflayarak birkaç saniye onunla boğuştum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Pencereyi hızla çekip açtığımda içeri doluşan rüzgâr perdenin yüzüme yapışmasına neden olunca oflayarak birkaç saniye onunla boğuştum. Başarısız bir suikast girişimiydi bu. Beni yolumdan döndürememişti. Küçük bir mücadelenin sonunda perdeyi itip yüzümden uzaklaştırmayı başarınca kollarımı pervaza dayayıp aşağı eğildim ve görmek için yerimden kalktığım manzarayla karşılaştım.

Eski, mavi arabanın başında birbirinin aynısı iki genç adam dikiliyordu. Birinin üstünde sütlü kahve renginde bir keten pantolon ve mavi bir gömlek varken diğeri eskimiş bir kot pantolon ile rengi solmuş siyah bir tişört giyiyordu. Üstelik pantolonunda yağ lekeleri vardı. Tıpkı elmacık kemiğinin üzerinde olduğu gibi... Birinin elinde bir bilgisayar çantası vardı, diğerinin elindeyse İngiliz anahtarı. Birinin saçları güzelce kesilmiş ve taranmıştı, diğerininki hem uzun hem de epey dağınıktı. Ama ortak bir surat ifadesini paylaşıyorlardı. Her ikisinin de suratları asıktı ve birbirilerine öfkeli oldukları belliydi.

"Yahu, sen bana bu akşam geliyor teyzemler dedin. Ben de kalkıp bu akşam geldim. Ortada ne teyzemler var ne de aile yemeği," diye öfkeyle çıkışan kişi Fuat'tı. Nam-ı diğer Hacivat ya da Hacı Cavcav.

"Ben sana teyzemler pazartesi gelecek dedim oğlum. Bugün pazartesi mi?" diye karşılık verense -burada duraklayıp dirseğimi pervaza dayadığımı, çenemi de avucuma yerleştirip hülyalı bir şekilde iç çektiğimi düşünün, tam olarak öyle yaptım çünkü- ikizi Suat'tı. Nam-ı diğer Karagöz.

"Sen bana pazar günü dedin," diye diretti Hacivat. "Pazartesi desen pazartesi gelirim herhalde."

Suat sıkıntıyla ofladı ve tek elini dümdüz teller halinde alnına dökülen kumral saçlarının arasından geçirdi. Bir evin ikinci katının penceresinden baktığım halde o keskin çenesinin kasıldığını görebiliyordum. Kaşları da çatıktı. Dolgun dudaklarının bir araya toplanmış olması da yakın zamanda sesini daha da yükselteceğini haber veren bir uyarıydı.

"Beni yarım yamalak dinliyorsun. Sonra da gelip bana çatıyorsun. Ne yapayım yanlış anladıysan? Git evine, yarın tekrar gelirsin."

Tam beklediğim gibi neredeyse kükreyerek sarf ettiği bu sözlerin ardından elindeki İngiliz anahtarıyla tekrar eski arabaya döndü Suat. Konuşmayı bitirdiğini düşünüyordu. Ama ikizinin ona katıldığı söylenemezdi.

HayalciHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin