Züleyha ve Suat'ın hikâyesi aklıma düştüğünde kendi kendime hayır, dedim. Onları da yazmazsın artık. Ama bu ikisi var ya, asla peşimi bırakmadılar ve ben gecenin üçünde kalkıp onları yazmak zorunda kaldım. Sonra da hiç susmadılar, kafamın içinde konuşup durdular. Peki, sadece onlar mı? Elbette hayır. Arkadaşlarım Feyza, Beyza ve sizin @visnelikapkekk olarak tanıdığınız Betül de yazmam için beni yüreklendirdiler. Yer yer tehdit etmiş de olabilirler. Derken ben yazmam dediğim hikâyeyi yazmaya başladım. On beş bölüm olur derken otuz bölüm oldu. Araya Fuat'la Zeliha da girdi. Ve bütün bu macerayı üç-dört aylık bir sürede sizinle birlikte tamamladık. Her hikâye bir noktada kendisini yazdırır fakat Hayalci bu meselede farkını açıkça gösterdi. İyi ki de gösterdi. İlk defa bir hikâyede her iki karakterin gözünden de yazarak ilerledim ve bundan inanılmaz derecede zevk aldım. Sizlerin de Suat'tan gelen bölümleri sevdiğinizi görmek beni mutlu etti. Yorumlarınız, sevginiz, desteğiniz... Hepsi çok değerli, çok kıymetli. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Ben şimdi Kumarbaz Kırmızı'yı yazıyorum, profilimde bulabilirsiniz. Belki yakında bir sürprizle daha çalarım kapınızı. O maceralarda da yanımda olacağınıza inanıyorum. Ve son olarak hepinize hayırlı bayramlar diliyorum. Hayal kurun, hiç durmayın!
Bizim mahalleyi seviyordum.
Yani ara sıra dedikodularıyla başımızı ağrıtan insanları beni yorsa da, bazen hadsiz hadsiz yorumlar yapan teyzeler minik sinir krizleri geçirmeme sebep olsa da, bütün bunları gölgede bırakacak güzellikleri de vardı. Mesela kötü bir olay yaşandığında herkes omuz omuza verirdi. Birinin başına üzücü bir hadise geldiğinde bununla yalnız yüzleşmezdi. Mahallede cenaze çıktığında acı hepimizin acısı, geride kalanlar hepimizin ailesi olurdu.
Güzel şeyleri de hep birlikte kutlardık. Bayramlarda herkes herkesin kapısını çalardı. Üniversite sınavı sonuçları açıklandığında bizim mahalleden kazanan çocuklar için herkes ufak tefek hediyeler alır, okula başlayacakları vakitlerde de ceplerine üçer beşer harçlıkları sıkıştırırlardı. Hele bir nişan, düğün olacağı zaman... Herkes sanki gelinle damat kendi evinden çıkıyormuşçasına pervane olurdu. Yokuşun başından sonuna dek her yere bu coşku yayılır, herkes daha çalgılar çalmadan oynamaya başlardı.
Bu yüzden yolun ortasında aniden beni durdurup elime bir kavanoz kahve tutuşturan Cemile teyze beni hiç şaşırtmamıştı. "Bu kahve okunmuş kahve kızım," dediğinde ufak bir hayrete düştüğümü gizleyemem tabii. Ama sonra "Bildiğim en güzel duaları okudum, üfledim bu kahveye. Bizim Sacit'in kızını istemeye geldiklerinde de böyle yapmıştım. Bak ne güzel yuvaları, boy boy çocukları var şimdi," diyerek niyetini beyan ettiğinde gülümseyerek teşekkür etmiş ve kahve kavanozunu kabul etmiştim. Geri çevirmek ayıp olurdu zaten. Kadın beni pencereden görünce koştura koştura inmişti aşağı.
Emine teyze bana kırmızı bir kurdele hediye etmişti. "Kenarları altın yaldızlı bunun. Eminönü'ndeki boncukçumdan almıştım. Sadece bir tane kalmıştı. Şimdi gitsen bulamazsın." Sonra da annesi Hamiyet ninenin eski makasını da elime tutuşturmuştu. "Bu da antika sayılır bak. Böyle güzel makaslar yapmıyorlar artık. Şunun saplarındaki işlemeleri görüyor musun? Üstündeki Arapça yazıda da hayır duası yazıyormuş, öyle demişti annem. Şimdi epey silindiği için okunmuyor ama o dua içine işlemiştir onun. Bununla kessinler kurdelenizi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalci
Humorha.yal.ci 1. (isim) Bir şeyi gerçekleşmiş gibi kabul edip zihninde tasarlayan kimse, ütopist. 2. (isim) Karagözcü. 3. (sıfat) Hayale kapılan, hayal kuran, hayalperest, hayalperver.