Merhabalar. Aslında ders çalışıyor olmam gerekirken bazı sahneler bana zorla kendilerini yazdırdılar. Çok severek yazdığım bir bölüm oldu. Umarım sizler de seversiniz. Zeliha ve Fuat'ı yazmak bana iyi geldi. Biliyorum, bir kısmınız onları daha uzun okumak isterdiniz ama ayrı bir başlık açmamak için kendimce sebeplerim vardı. Aklımdaki sahneleri çok sevdiğim için bunları kendime saklamak istemedim, sizinle de paylaşmak istedim. Kısa oldu belki ama bence güzel oldu. Umarım siz de sevmişsinizdir. 1250 oy geldiğinde, Züleyha'yla buluşacağız bu defa. Mahallemize veda edeceğiz. Yorumlarınızı merakla bekliyor, keyifli okumalar diliyorum!
Zeliha'yı yurda bırakıp eve dönmek son zamanlarda yaşadığım en hüzünlü şeydi. Bütün yol boyunca göğsümün üzerinde beş ton ağırlık taşımış gibiydim. Eve vardığımda ise zile basmamış, anahtarla kapıyı kendim açıp bomboş bir evden içeri girmiştim. Ve Zeliha'nın yokluğu omuzlarıma aniden bütün kuvvetiyle çöküvermişti. Bu yüzden olsa gerek, onu aramak için ancak birkaç saat sabredebilmiştim. Neler yaptığını, ne halde olduğunu öyle delicesine merak ediyordum ki ona zaman vermem gerektiğini kendime sürekli tekrarlasam bile dayanamıyordum.
Telefonumu ikinci çalışta açmış ve ismimi, içimde bahar yelleri estiren bir tonla söylemişti.
"Nasılsın?" diye sorarken zihnimin bir köşesi alacağım bütün cevaplara dair hesaplar yapmaktaydı. Eğer Zeliha iyi olmadığını söylerse o saniyede atlayıp gider, onu oradan alırdım.
Fakat Zeliha "İyiyim," demişti. "Çok iyiyim hatta. Eşyalarımı yerleştirdim. Yatağıma temiz çarşaflarımı serdim. Oda arkadaşlarımdan iki tanesi geldi, onlarla tanıştık. Akşam yemeğini de birlikte yedik."
Sonra bana arkadaşlarından bahsetmeye başlamıştı. Nereli olduklarından, hangi bölümü okuduklarından, nasıl göründüklerinden... Bir yanım, büyük bir yanım hatta, Zeliha'nın mutluluğu ile mutlansa da yüreğimin bir köşesi ondan uzakta olmanın ağrısını çekmekle meşguldü. İnsanın her şeye alıştığını biliyordum. Elbette bu evde yeniden tek başıma olmaya da alışacaktım. Fakat bunu hiç istemiyordum. Zeliha'nın yokluğuna alışma düşüncesi ağırıma gidiyordu.
Buna rağmen onun hevesini incitecek hiçbir şey çıkmadı ağzımdan. Yeni hayatı için çok heyecanlıydı. Çok cesurdu. Bu yaşına kadar ona hep yapamayacağı söylenmişken, hep önüne engeller çekilmişken şimdi yüreklendirilmeyi hak ediyordu. Alkışlanmayı. Destek görmeyi. Ben de ona bunları verme çabasındaydım. Bir kere onu korkutma, bu korkuyla aklını çelme gafletine düşmüş, pişmanlığını da sonuna kadar yaşamıştım. Bir daha asla yapmayacaktım.
Ona hep güzel şeyler söyleyecektim ama söylediğim hiçbir şey onun kadar güzel olmayacaktı.
O hafta iki akşam Zeliha'yı görmeye gittim. Biri çarşamba akşamıydı. İşten biraz erken çıkmanın avantajıyla eve gitmeden Zeliha'nın yurdunun önüne sürmüştüm arabayı. Beni kapıda, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle karşılamıştı. Çok vaktimiz yoktu. Bir kafeye oturup çay içerken birbirimize, birbirimiz olmadan geçirdiğimiz günleri anlatmıştık. İlk defa Zeliha'nın anlatacakları benimkilerden fazlaydı ve bu onu öylesine mutlu ediyordu ki karşısında oturup onu izler ve dinlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Birkaç saat yetmemişti. İçimdeki özlem birazcık bile dinmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalci
Mizahha.yal.ci 1. (isim) Bir şeyi gerçekleşmiş gibi kabul edip zihninde tasarlayan kimse, ütopist. 2. (isim) Karagözcü. 3. (sıfat) Hayale kapılan, hayal kuran, hayalperest, hayalperver.