*
Suat ile birlikte yola çıkarken günümün güzel geçeceğine emindim. Sonuçta onunla iki saat geçirecektim. Böyle bir günün kötü olması mümkün değildi. Ama bu kadar güzel geçeceğini hayal dahi edemezdim. Arabanın tam vaktinde bozulması, kursu ekmem ve Suat'ın gelip tam yanıma oturması birbirini takip eden küçük mucizeler serisiydi sanki. Cesaretimi toplayıp onunla bol bol muhabbet edebileceğim bir oyun seçmem de işe yaramıştı. Aynı mahallede geçirdiğimiz yirmi küsur senenin sonunda ilk defa baş başa, yüz yüze, bu kadar samimi ve eğlenceli bir muhabbete dâhil olabilmiştik. Üstelik Suat hep yüzüme bakıyordu. Kırmızı ruj sürdüğüm dudaklarıma değil. Yani sadece onlara değil. Daha ziyade gözlerime. Gözlerimin içine.
Sorduğum soruya cevap verdikten sonra uzun uzun yüzüme baktığı o anlarda ikimize dair umutlarım baloncuklar saçarak çoğalıyordu. Her bir baloncuğun içine bir hayalimin yansıması düşüyordu. Bu baloncukların patlaması çok kolaydı, biliyorum. Fakat kendimi onlara kanmaktan alıkoyamıyordum.
"Sıra bende," dedi Suat, ona sorduğum soruya tereddütsüz bir cevap sunduktan hemen sonra. Ardından hafifçe eğilip bana yaklaştı. Aramızdaki kısa mesafe iyice azalırken kalbimdeki kovandan sürülerce arı havaya savruldu. Vızıldayarak etrafımızda dönmeye başladılar. Suat'ın yüzündeki geniş sırıtış beni köşeye sıkıştırmak üzere olduğunu haber veriyordu. Fakat yakınlığımızın heyecanı kalbimi iki büklüm ettiği için bunu dikkate bile alamadım. Bütün köşeler çok güzeldi o an. Sıkışmak beni pek de korkutmuyordu.
"Züleyha," dedi Suat. Ortadaki heceyi vurgulayarak. "Bence sen, hayatında en az bir kere kavga edip karakola düşmüşsündür."
Etrafımı saran o baloncukların hepsi birer birer patlayıp yok olurken içine düştüğüm leylalıktan yavaşça sıyrıldım. Gözlerim kocaman açıldı ve kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. "Bu," dedim dehşet dolu, alçak bir sesle. "Bir tahmin değil."
Suat gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken bana bilmem gereken her şeyi özetliyordu aslında. "Elbette bir tahmin Züleyha," diye ısrar etti. "Doğru mu yanlış mı, onu sen söyle."
"Bu bir tahmin değil," dedim bir kere daha. Kaşlarım çatılmış, dudaklarım büzülmüştü. "Kimse birisi hakkında böyle bir tahmin yürütmez. Beni kandıramazsın."
Aniden parlayan öfkemle birlikte tizleşen sesim Suat'ı hiç etkilemedi. Yüzünde küçük bir gülümsemeyle bana bakmayı sürdürürken "Çabuk sinirleniyorsun," dedi. "Buradan yola çıkarak karakolluk olduğunu tahmin etmek çok kolay. Haksız mıyım?"
Söylediklerini tamamen duymazlıktan geldim. Öfkem derin bir içerlemişlikle yer değiştirirken "Âdem abim mi anlattı?" diye sordum. Sesim biraz sonra ağlayacakmışım gibi ince ince titriyordu. "Söz vermişti bana kimseye anlatmayacağına." Biraz sonra gerçekten ağlayacaktım sanırım.
"Aa!" Suat abartılı bir şaşkınlıkla gözlerini irice açtı. "Doğru mu tahmin ettim? Bak sen şu işe."
Çatılı kaşların, sarkan dudaklarım ve kandırıldığını fark eden beş yaşındaki bir çocuğunkilere eş bakışlarımla karşımdaki adama baktım. Sırıtışı yine bütün yüzüne yayılmıştı. Gözlerinin içine bile. Bu hali kalbimi eriten bir görüntü sunuyordu bana, yalan yok. Hele alnına dökülen birkaç tutam saçı var ya, içim gidiyordu. Fakat bunların hiçbiri ona nasıl karakola düştüğümü anlatmamı sağlamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalci
Humorha.yal.ci 1. (isim) Bir şeyi gerçekleşmiş gibi kabul edip zihninde tasarlayan kimse, ütopist. 2. (isim) Karagözcü. 3. (sıfat) Hayale kapılan, hayal kuran, hayalperest, hayalperver.