*
Evimi başka birisiyle, tanımadığım, ailemden olmayan birisiyle paylaşmak garipti. Anahtar kullanmak yerine zile basmak, sabah uyandığımda hazır bir kahvaltı masasıyla karşılaşmak, akşam eve geldiğimde sıcak yemekler bulmak ve odamdayken evin içinde başkasının adım seslerini dinlemek garipti. Fakat bu şekilde geçen dört günün ardından bütün bunlara biraz alışmaya başlamıştım.
Sabahları Zeliha'nın kaçta uyandığını bilmiyordum. Bana doyurucu bir kahvaltı hazırlıyor ama kendisi kahvaltı sofrasına oturmadan yok oluyordu. Dört sabahtır kahvaltı farklı farklı şeyler yiyordum. Sebzeli omlet, kaşarlı tost, içine çikolata sürülmüş ve muz dilimleri konulmuş yumuşacık krepler, menemen... Bir demlik sıcak çay da ben sofraya oturduğumda hala dumanı tüter halde oluyordu. Fakat bu kahvaltıların hiçbirinde bana Zeliha eşlik etmiyordu. Hatta sabahları evden ayrılırken onu görmüyordum bile. Kahvaltımı edip bulaşığımı kaldırdıktan sonra sessizce çıkıp gidiyordum.
Akşamları bana kapıyı o açıyordu. Evde biri varken anahtarla sessizce girmek garip olacağı için zile basmayı tercih ediyordum. Zeliha da beni neredeyse hiç bekletmeden, sanki zilin çalmasını kapının önünde bekliyormuş gibi kapıyı açıp bana tebessüm ediyordu.
Birinin size hoş geldiğinizi söylemesi güzeldi. Elbette ömrümde ilk defa birisi bana hoş geldin demiyordu fakat bunun üstünde daha önce pek düşünmemiştim. Hoş gelmek ve hoş bulmak hakkında yani. Fakat bu aralar biraz kafamı kurcalar olmuştu.
İşten geldikten sonra ellerimi yıkayıp üzerimdeki takım elbiseden kurtulmam ve normal şartlarda evin içinde pijamalarımla dolaşacağım halde normalin dışındaki bu durum sebebiyle düzgün bir eşofman, uygun bir tişört bulup giymem, kısacası ev haline bürünmem on beş dakikamı alıyordu. On beş dakika sonra mutfağa geçtiğimde hazır bir sofra buluyordum. Dumanı tüten yemekler... Her akşam farklı bir menü vardı ki buna alışkın değildim. Hatice ablanın buzdolabına dizdiği tencerelerdeki yemekler bitene kadar onları yerdim. Hafta içinde yemek çeşitliliğim genelde iki, bazen üç olurdu. Anne evinden ayrılırken her akşam taze yemek yeme işini de arkamda bıraktım zannediyordum ama yanılmıştım.
Zeliha akşam yemeklerini de benimle birlikte yemiyordu. Her akşam tek kişilik hazırlanmış sofraya bakıp ona "Sen yemeyecek misin?" diye soruyor ve her seferinde aynı cevabı alıyordum.
"Yok, ben daha yarım saat önce doyurdum karnımı. Sana afiyet olsun."
Sonra ben yemek yerken gidip odasında oturuyordu. Odasında ne yaptığını bilmiyordum. Hiçbir şeyi yoktu. Telefonu bile yoktu. Gerçi ilk geldiği gün salondaki kitaplığa bakmış ve kitapları okumak için izin istemişti. Ona televizyon ve salonda duran dizüstü bilgisayar da dâhil olmak üzere her şeyi keyfince kullanabileceğini söylemiştim. Kullanmasını istemediğim bir şey olursa ortalıkta bırakmaz, odama götürürdüm.
Kitaplıktan birer birer eksilen kitaplara bakılırsa Zeliha odasındaki saatlerini kitap okuyarak geçiriyordu. Belki ben evde yokken televizyon izleyip bilgisayarı da kullanıyordu ama ben evdeyken gerekmedikçe odasından çıkmadığının farkındaydım. Ve bu beni bir miktar geriyordu. Sanki onu bu eve getirip bir odaya hapsetmişim gibi hissediyordum. Sanki ayakaltında dolaşmamasına dair gizli bir mesaj vermişim de o da buna uyuyormuş gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalci
Humorha.yal.ci 1. (isim) Bir şeyi gerçekleşmiş gibi kabul edip zihninde tasarlayan kimse, ütopist. 2. (isim) Karagözcü. 3. (sıfat) Hayale kapılan, hayal kuran, hayalperest, hayalperver.