*
Ayağımın altında toprak zangır zangır sallanıyor ve etrafımdaki her şey teker teker üstüme devriliyordu. Üstelik bu sefer mecaz da yapmıyordum. Gerçekten dünyam başıma yıkılıyordu.
Sabah erkenden kalkıp kafamda bin düşünce ve içimde bin bir sıkıntıyla kendimi mahalleden atmıştım. Necmi dayının dükkânına doğru ilerlerken akşama Züleyha'yla konuşmanın planlarını yapıyordum. Kafamın içinde ona söyleyeceklerimi hesap ederken bir taraftan da Âdem abiyi düşünüyordum. Onunla da konuşmam gerekecekti. Pazar günü de onun yanına gider, içimdekileri söylemenin bir yolunu bulurum diyordum kendi kendime. Nihayet bir şeyleri çözmeye başlamış gibiydim ama Zeliha'nın gidişinin de vicdanımı sızım sızım sızlatmadığını söyleyemezdim.
Zeliha aklımda gelince yolda Fuat'ı aramış, neler yaptığını sormak istemiştim ama ikizim telefonumu açmamıştı. Yine. İştedir diye düşünmüştüm, işte olduğunda asla telefona bakacak vakti olmazdı. Müsait olduğunda beni aramasını söyleyen bir mesaj yazdıktan sonra cevapsız sorularımın refakatinde yola devam etmiştim.
Antikacıya vardığımda Necmi dayı çoktan orada, işe koyulmuş vaziyetteydi. Bazen onun gecenin kör vaktinde kalkıp dükkânı açtığından şüpheleniyordum çünkü sabahları ben yeni geldiğimde, o çoktan günün ortasındaymış gibi görünüyordu. Haliyle beni de surat asarak karşılıyordu tabii. Dükkândan içeri adımımı atar atmaz yapmam gereken işleri sıralamaya başlıyordu. Yerleri sil, rafların tozunu al, şunlar kutuya koyulacak, sakın unutma... Ne bir günaydını vardı, ne bir içten hal satır sorması... Ama sorsan, turşu suyu olan bendim!
O sabah da bundan daha farklı başlamamıştı. Bütün dünyamın üstüme yıkılacağını gösteren tek bir işaret dahi yoktu.
Her şey, çok tozlu bir rafı boşaltıp temizlemeye koyulduğum sırada gerçekleşti. Necmi dayının söylenmelerini dinleyerek ama hiç umursamayarak, daha çok kafamın içindeki düşüncelerin arasında kaybolarak eski vazoları, küçük sandıkları raftan indiriyordum. Sarsıntıyı ilk hissettiğimde başım dönüyor zannettim. Uyandığımdan beri ağzıma lokma koymamıştım. Bu yüzden şekerimin düştüğünü düşündüğüm kısa bir an yaşadım. Yarım saniye kadar sürdü bu. Fakat hemen peşinden sarsıntı güçlenmeye başladı. Üstüme doğru devrilmekte olan dolaptan son anda kaçıp kurtulduğumda bu binanın ayakta kalamayacağını anlamam zor olmadı.
Hızlıca Necmi dayıya ulaştım. Bu sırada sırtıma bir şey çarptı ama ne olduğunu görmek için geriye bakacak kadar vaktim yoktu. Necmi dayıyı kolundan kavrayıp çıkışa doğru çekmeye başladım. Ama inatçı ihtiyar bir şeyler söylüyor, gelmemekte ısrar ediyordu. Telaşım ve öfkem beni perişan ederken, bu sırada içerideki her şey birer birer devrilirken Necmi dayının "Kestane!" diye bağırdığını işittim. Bir an bunu anlamlandırmakta zorlansam da biraz ötemizdeki sepetinde uyumakta olan köpekten bahsettiğini kavradığımda Necmi dayıyı kapıya kadar çekebilmiştim. Onu dışarı ittikten hemen sonra köpeğin uyuduğu sepete doğru atıldım. Onu kucağıma alacak kadar vaktim olmadı. Sepeti tutup çekmeye başladım. Hayvan korkudan mı yoksa yaşlılıktan mı bilmiyorum, yerinden kıpırdamıyordu. Oysa ayağa kalkıp koşsa, hepimiz için her şey çok daha güzel olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalci
Humorha.yal.ci 1. (isim) Bir şeyi gerçekleşmiş gibi kabul edip zihninde tasarlayan kimse, ütopist. 2. (isim) Karagözcü. 3. (sıfat) Hayale kapılan, hayal kuran, hayalperest, hayalperver.