Bedenim, içi boş bir çuval gibiydi.
Dakikalardır adım atıyordum fakat adım attığımın bilincinde bile değildim. Bu eylem, beynimim yürümem için verdiği komuttan değil, Aren'in kolumdan tutmuş beni yürütmeye çalışıyor olmasından ibaretti.
Kendi silahımdan çıkan ard arda 3 kurşun sesi kaç defa yankılandı beynimde sayamadım. Gözlerimi her kapatıp açtığımda birinin sesini duyuyordum ve bu 3 ses sürekli tekrarlıyordu. Kurşunun insan bedenini delerken çıkardığı acımasız sesi bile hatırlıyordum. Tamı tamına üç kez.
Gözlerim odaksızdı. Yürüyordum kurşun sesi, arabaya biniyordum kurşun sesi, helikoptere biniyordum kurşun sesi.
Aren benimle konuşmaya çalışıyordu ama sadece ağzını oynatıyormuş gibiydi. Cevapsız bırakıyordum onu çünkü ne dediğini duymuyordum. Konuşmak ya da başka herhangi bir şey yapmak istemiyordum. Kendimi bir an evvel sadece 4 ay önce yerleştiğim, bir nevi alıştığım odamda bulmak istiyordum. Çünkü bu halde ne kendi evime ne de Savaş'ın yanına dönebilirdim.
Düşünce havuzumun dolmasına izin vermiyordum çünkü verirsem neyle karşılaşacağımı kestiremiyordum. Düşünmekle beynimi kısıtladığım tek şey kurşun sesiydi. O evden çıkarken gördüğüm, adamın yere yığılmış bedeni değil, açık kalmış gözleri değil, üzerine giydiği ucuz paçavralar ya da avuçlarının arasındaki taramalı silahı değil, 3 kez ard arda duyulan kurşun sesiydi.
Kendimi bu üç korkunç melodinin içine sıkışmış gibi hissetmemin sebebi o adamın ölmüş olması.
Hayır, şimdi bunu düşünme. Şimdi sırası değil.
Ölmüştü.
Hayır Ayşin, yapma.
Ölmüştü. Ben öldürmüştüm.
Oyunlarda olduğu kadar basit değildi. Yeni bir oyuna başlayamıyordunuz. Çelik yeleği giyiyordunuz ve sonrasında yapayalnızdınız. Ta ki biri karşınıza çıkana ve siz onun soluğunu sonsuza kadar kesene dek.
Öldürdüğünüz bedenin ruhu görünmez bir iple bağlanıp boynunuza asılıyor, her adımınızda sizi geriye çekiyor ve asıl o sizin soluğunuzu kesiyordu. Bende olan durum tam olarak böyleydi. Omuzlarım mı, kalbim mi, boynum mu yoksa ruhum mu daha çok zorlanıyor bilmiyordum ama bu yükü kaldıramıyordum.
Kiminle, nasıl veya ne zaman buraya geldiğimi hatırlamıyorum. Kaldığım odanın tam ortasında yerini alan tek kişilik yatağımın üzerinde bağdaş kurmuş, öylece duruyordum.
Bedenin tonlarca ağırlığın altında eziliyor gibiydi. Sanki yatak çökecekti sırtımdaki yük yüzünden. Yatak çökse yeri boylardım.Birdenbire gülmeye başladım. Deli gibi kahkahalar atıyordum. Düştüğüm halim gözümün önünde canlanıyor, bense sanki yıllardır gülmemişim gibi ağız dolusu gülüyordum. Gülmekten karnım ağrıdığında yatak başlığına sırtımı yasladım.
Gözlerim yere kaydı. Oradaydı. En son gördüğüm gibiydi. Yerde yatıyordu ve artık göğsü kalkıp inmiyordu. Ölmüştü.
Dizlerimi kendime çektim. Geri geri gitmek istedim. Sırtım soğuk yatak başlığında olduğu halde geri gitmek için çırpınıyordum. Bacaklarım tir tir titrerken gözlerim kocaman açılmıştı.
Oradaydı. Bedeni bana dönüktü. Göz kapakları o kadar inceydi ki gözbebeklerini neredeyse seçebiliyordum. Teni soluk beyazdı.
Bir anda gözkapakları yok olduğunda odaksız gözleri beni buldu.
Çığlık atmaya başladım.
Doğrudan bana bakıyordu. Korkuyordum. Boğazım yırtılacakmışçasına bağırıyordum. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladığında gözlerimi kapatıp çığlık atmaya devam ettim.
Dakikalar sonra kapıdan gelen sesleri işittiğimde kendime gelmeye çalıştım. Olmuyordu. Birileri bana bağırıyordu ama ben gözlerimi bile açamıyordum. O gözlerle tekrar karşılaşmaktan o kadar korkuyordum ki çığlık atmayı bırakıp bu sefer de hıçkırarak ağlamaya başladım.
Odamın kapısı demirdendi ve kırılarak açılması mümkün değildi. Uzunca bir süre bir sürü bağırış çağırış işittim. Hıçkırıklarımın arasından duyabildiğim kadarıyla Aren kapıyı açmam için bana bağırıyordu. Yüzümü dizlerime yaslamış, ellerimle de dizlerimin etrafını sıkıca sarmıştım. İç içe karışan diğer seslerin arasından bir tek onunkini doğru düzgün duyabiliyordum.
Her nasıl olduysa, kapı açıldı. Gözlerim kapalıydı ama ayak seslerinden anladığım kadarıyla 5 kişi odaya daldı ve yatağımın birkaç metre uzağında durdular. Beni izliyorlardı ve sanırım nasıl yaklaşmaları gerektiğini bilmiyorlardı.
Boğazım acıyordu. Hıçkırarak ağlamaya devam ediyordum. En sonunda birisi yatağıma oturdu ve kollarını bana sardıktan sonra saçlarımın üzerine ufak bir öpücük kondurdu. İşte o an, kokusu istemsizce burun deliklerime doluştu.
Fırtınanın kokusu olur muydu?
Vardı işte. Bana sarılan sert adamın kendisi gibi kokusu da sertti. Deniz gibi kokuyordu ama durgun bir deniz değildi bu. Kocaman dalgaların ihtişamı vardı kokusunda. İçine çekip çekip seni boğan, ama aynı zamanda hayat veren bir kokuydu bu. Derin, geniz yakan ve hoyrat.
Sadece sarıldı.
Dakikalar boyunca saçlarımın arasında gezdi parmakları.
İşte şimdi, fırtına diniyordu.
Dizginleşmiştim. Yüzümü dizlerimden çekmek için ufak bir harekette bulunduğumda bana sardığı kollarını yavaşça çekti ve ellerimi açarak dizlerimi gevşetmemi sağladı. Ellerimi iki yanıma bırakıp ayaklarımı da yatağa doğru uzattım.
"Aç gözlerini. Ben buradayım."
Bedenim gevşemişti fakat gözlerim hala kapalıydı. Aren'in avuç içlerini yanaklarımda hissettiğimde gözlerimi yavaşça araladım.
Kara gözlerini gözlerime sabitledi. Bana endişeyle bakıyordu. Çok korktuğu yüz ifadesinden belliydi. Onun gözlerine bakarken gözümün önüne ne gelirse gelsin silebileceğimi hissediyordum.
Velhasıl öyle de oldu.
Gözlerimiz buluştuğunda az önceki manzara gözümün önüne gelecekken onu bir anda sildim. Bunu nasıl yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
Gözyaşlarım ıslattığı için gözümün önünde kalan birkaç tutam saçımı geriye attı. O bunu yaparken gözlerine bakmayı kesmemiştim. Birkaç saniyeliğine saçlarıma giden gözleri tekrar gözlerimi buldu. Başparmağıyla gözyaşlarımı sildi.
"Ben buradayım. Hep burada olacağım." diye fısıldadı.
Sonsuza kadar bu anda takılı kalabilirdim.
Ya da o, sonsuza kadar bana böyle bakabilirdi.
Umrunda değildi şu an odada kimin olduğu. O sadece bana bakmalı, benimle ilgilenmeliydi. Ona ihtiyacım vardı.
Ama onun yüzünden Ayşin. Bütün bunlar onun yüzünden senin başına geldi.
Gözlerimi kapatıp tekrar açtığımda, tıpkı bir rüyadan uyanır gibi oldum.
Onun yüzünden.
Aren'i ittim. "Çık buradan!" diye bağırdığımda afallamıştı.
Gece yanıma yaklaşmak istediğinde "Gelme!" diye bağırdım.
"Gidin buradan. Çıkın hepiniz!"
"Ama Ayş..."
"Git!"
Aren ayağa kalktı. Benden yeterince uzak değildi. Onu tekrar ittim.
"Çık dışarı. Çık!"
Çıkmıyordu. Ayağa kalktım ve onu tekrar ittim.
"Çıksana!"
Gözlerini sımsıkı yumdu. Kamer, Oktay ve Cihan şaşkın bakışlarla bana bakıyorlardı.
Aren'i tekrar itmek istedim. Fakat ellerimi göğsüne koyduğum anda bütün bedenimin çekildiğini hissettim ve gözlerim karardı.
YENİ BÖLÜM BİRAZ KISA OLDU AMA İDARE EDİN. BÖLÜMLERİ HIZLI YAZMAYA ÇALIŞIYORUM. OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI DA UNUTMAYIN.
EMEĞE SAYGI LÜTFENNN.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHZEN: Kızıl Anka
Action"Ağzı açılmayan bir ejderha gibi. Göğsüne vuran her nefesinde, sıcak buharın yaktığı her soluğunda ölüyordun sen. Nefes versen yakacaktın kendini, vermesen ölecektin. Her durumda yanmaya mahkumdun. Ben sadece..." "Sen sadece, her gün ölüşümü seyrett...