-3-

221 41 3
                                    

Uyuyamamıştım. Hala bugün olanları düşünüyordum. Zayn benim yüzümden sinirlenmişti. Ayrıca o şekilde William'a karşı durmamalıydım. William'la konuşmalıydım. Belki hala uyumamıştır düşüncesiyle yavaşça yattığım yerden doğrulup sessiz hareketlerle çadırdan çıktım.

"Alexis?" Hızla arkama baktığımda bana seslenenin William olduğunu gördüm. Bir an korkmuştum. Derin bir nefes alıp yüzüne baktım. Sanırım konuşmak isteyen kişi sadece ben değildim.

"Biraz yürüyelim mi?" Onay verircesine kafasını sallayıp eliyle geçmem için yol gosterdi. Yavaşça ilerlemeye başladığımda yanımda geliyordu. Hava güzeldi. Geceydi ancak soğuk değildi. Bir süre sessizce yürüdük. Sonunda ilk konuşan ben oldum. "Ben bugün olanlar için çok üzgünüm. Böyle yapmamalıydım."

"Hayır bu benim suçum. Haklısın karışmamalıydım. Ancak sana bağırdığını duyunca ben bir an... Neyse ben üzgünüm." Üzgündü. Gerçekten üzgündü. Onun bu haline dayanamayıp yürümeyi kestim ve ona sarıldım. Biraz şaşırsada o da kollarını belime doladı.

"Böyle yapma Will. Sen hep gülersin, hep espri yaparsın bazıları iğrenç olsada her zaman neşelisindir. Üzgün yüzünü görmeye alışık değilim ve bil diye söylüyorum asla da alışmayacağım." Kollarını bana daha sıkı sardığında kafamı kaldırıp çenesine bir öpücük kondurdum. Bir süre boyunca öyle kaldık. Sonunda geri çekildiğimde benden ayrıldı. Yüzüne baktığımda yarı gülümser bir hali vardı. Hafifçe omzuna vurdum. "Hey! Beni bu küçük gülümsemeyle kandıramazsın."

Bu sefer içten bir şekilde gülümseyince rahat bir nefes aldım. Onun mutluluğu beni de mutlu ediyordu. Esnediğimde elimi ağzıma götürüp gözlerimi kırpıştırdım. William bu halime güldü.

"Hadi seni çadırına götürelim uykucu." Kolunu omzuma attığında ben de beline sarıldım. Çadırların olduğunu düşündüğümüz bölgeye doğru uzun bir süre boyunca yürüdük. Baya bir uzun süre...

"Kaç saattir yürüyoruz Will?"

"Kayboluk ancak bu seni rahatsız edecekse yürüyüş yaptığımızı düşünebilirsin." Yürümeyi kestiğimde o da durdu. Kaybolmuştuk ve o bunu yeni fark etmiyordu. "Bana öyle koca gözlerle bakma alt tarafı ormanda kaybolduk. Üst tarafı da hava karanlık." Vay canına. Alt tarafı yetmiyormuş gibi bir de üst tarafını çıkarmıştı.

"Peki şimdi ne yapacağız?" Omuz silkip cebinden telefonunu çıkardı. Çekmemiş olacak ki telefonu havaya kaldırıp sağa doğru ilerledi.

"Hey Alexis. Beni kaldırsana."

"Ben seni nasıl kaldırayım acaba?" Haklı olduğuma dair kafasını ağır ağır salladı. Bir süre etrafına baktı. Ardından çözümü ağaca tırmanmakta buldu. Pek tırmanamadı tabi. Ağaca, bir koala gibi sımsıkı sarılmıştı. "Peki ya kimi arayacaksan onun telefonu da çekmiyorsa? Sonuçta onlar da ormanın dibindeler." Bir süre boyunca yüzüme dik dik baktı. Aklına gelmemiş olmalıydı

"Peki neden bunu bana ağaca çıkmadan önce söylemedin?" Ne yalan söyleyeyim. Benim de aklıma yeni gelmişti.

***

Sonunda eşyalarım hazır olduğunda çantamı yanıma alıp Bay Trall'ın tuttuğu arabaya doğru ilerlemeye başladım. Arabaya binince Lucy'nin yanına oturdum.
Dün gece Lucy lavaboya gitme alışkanlığından dolayı uyanmış ve benim yokluğumu farketmiş. Ardından direk Jack'e haber vermiş. William da olmayınca bizi aramaya koyulmuşlar. Şanslıydık ki Lucy her gece lavaboya kalkıyordu.

"Dün gece ne oldu?" Merakla gelen sorusuna omuz silktim.

"Konuştuk. Özür diledik. Barıştık. Kaybolduk." Gözlerini devirip arkasına yaslandı.

"Kısa cevaplarından her zaman nefret etmişimdir. Ayrıca ben onu sormuyorum. Zayn'le ne oldu?" Derin bir nefes alıp ben de arkama yaslandım.

"Ona neden okuldan atıldıklarını sordum. O ise sinirlendi. Nedenini anlamadım."

"Belkide onun için özel bir nedenden dolayı atıldılar. Anlatmak istemiyor olabilir." Özel bir nedenden dolayı okuldan atılmak... Bu biraz garip. Tabi mantıklı bir açıklaması yoksa.

O sırada Zayn'in dışarıda olduğunu fark ettim. Saatime baktığımda arabanın kalkmasına yedi dakika kaldığını gördüm.

"Ben birazdan gelirim." Lucy'nin bir şey söylemesini beklemeden hızla arabadan indim. Onun yanına doğru ilerlerken beni farketti. Bakışlarını bana çevirdiğinde adımlarımı hızlandırdım. Yanına geldiğimde beklemeden söze girdim.

"Bak. Ben özür dilerim. Karışmamalıydım. Sonuçta bu senin hayatın ve ben saçma bir şekilde burnumu soktum. Ancak sen de bana bağırmamalıydın." Son cümleyle onun da hatasının olduğunu öne sürdüğümde bana doğru bir adım attı.

"Bu benim hayatımda olan tek özel şey. Bu yüzden senden özür falan dilemeyeceğim. Burdaki tek haksız taraf sensin." Sanırım haklıydı. Hatalı olan bendim. Ben ve benim merakım!

"Pekala haklısın hatalıyım." O anda aklıma gelen şeyle sırıtıp devam ettim. "İşte bu yüzden de sana bir bisiklet turu borçluyum. Beraber bisiklete binip gezelim. Belkide yarın yapmalıyız. Hem yarın tatil." Yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Ani kararımdan dolayı şaşırmış olmalıydı. Tekrar saattime baktığımda arabanın kalkmasına üç dakika kaldığını fark ettim. Tam ağzını açacaktı ki onu durdurdum.

"Gitme zamanı." Bir şey demesine fırsat vermeden ilerleyip arabaya bindim. Eğer konuşmasına izin verseydim inkâr edebilirdi.

İşte yine ben ve zekâm.

Wedding DressHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin