ⅩⅬⅠⅠⅠ

694 78 17
                                    

Kafamın içindekilerden korkuyorum
Ruhumun içindekilerden
Koşuyor gibi hissediyorum ama bir yere ulaştığım yok
Korku beni boğuyor
Nefes alamıyorum
Boğuluyor gibi hissediyorum, daha derine batıyorum

✎ ✐✎ ✐✎ ✐✎ ✐✎ ✐

Yaşam ve ölümün onun gözlerindeki iki renkte saklandığını düşünmüştüm, ameliyata girdikten sonra onu koridorda taş zemine oturup beklerken. Sanki yaşam... onun gözlerinin ormanı andıran yeşil kısmındaydı ve ölüm... onun gözlerinin okyanusu andıran mavi kısmındaydı. Okyanus boğuyor, orman nefes aldırıyordu. 

Bir gün önce ona neler olduğunu bile bilmezken bir kaç saat önce, onu, uzun zaman sonra ilk defa görüp her şeyi öğrenmiştim. 

Dün eve geldiğimde Batu ve Ezgi'ye bir açıklama yapmamış olmam bir yana sürekli üç kuzenden birine ulaşmaya çalışmış, delirmişcesine bir o yana bir bu yana hareket ederken Umut'un Rana'ya ulaşmasıyla biraz daha sakinleşmeyi başarmıştım. İlerleyen saatlerde gerçekleşen olaylar ardı ardına dizilmişti; Umut'un Rana'yı ikna etme çabaları, benim kötüleşmiş olmamı fark edip durumu Atlas'a iletmeleri, uzun uğraşlar sonucu konum atmaları ve ailem işten döndüğünde onlardan izin almaya çalışmam. 

''Bakın, biliyorum bunca zaman aramızda mükemmel bir ilişki yoktu ve sürekli sizin gözünüzde sorunlu bir kızdım... ama,'' demiştim annem ve babam karşımda otururken, Umut ise başka bir koltukta beni izlerken. ''Yalvarırım bana destek çıkın, biliyorum bir anda 3 saat uzaklıktaki bir şehre gitmek istediğim için delirdiğimi düşünüyorsunuz ama bu çok önemli. Maddi desteğinize ihtiyacım var, lütfen.''

Onların gözlerine nasıl bakmıştım bilmiyorum ama çoğu zaman soğuk davranan babam bile yumuşamıştı, ''kızım,'' demişti uzun zaman sonra bana bu hitapla seslenirken. ''Neden oraya gitmek istediğini bilmiyorum, ama belli ki senin için gerçekten önemli. Bakışlarından bunu anlayabiliyorum.'' Kafamı hızlıca onaylamak için sallayıp dolu gözlerimi sildim. ''Ne olursa olsun, yaşadıkların hafif şeyler değildi ve bunca zaman yorulsak dahi sana yardımcı olmaya çalıştık. Belki seni doğuran biz değildik ama seni biz büyüttük.''

''Baban haklı,'' dedi annem sözü devralarak. ''Sen bizim her zaman küçük kızımız olarak kalacaksın, eğer sorun paraysa istediğin kadar destek çıkarız.'' Biraz yaklaşıp kulağıma fısıldadı, ''ayrıca seni doğuran kişi olmayabilirim ama bir anne olarak gözündeki ışığı görüyorum küçük hanım. O şehirdeki çocuğu bul ve seni iyileştirmesine izin ver.''

Evet, bu sözler beni şoka soktu o gece. Evden çıkıp bir otobüs ayarlamak için hazırlıklara başlamadan önce sımsıkı sarılmıştım onlara, fazlaca teşekkür etmiştim bunca şey için. 

Ve üzerime Atlas'ın kargoyla gönderdiği ceketi giyerken özgür olmam için verdiği kanatların bu sefer de beni ona götürecek olmasının ne kadar ironik olduğunu düşünmüştüm. 

Otobüs yolculuğu uykusuz geçen bir gecenin sabahında gerçekleşmişti, yanımda her zamanki gibi -bütün ısrarlarıma, gelmene gerek yok dememe rağmen- Umut vardı ve şehre ulaştığımız ilk an hastaneye Arda'nın bizi almak için getirdiği arabayla gitmiştik.

Onu görmem, konuşmam için bana yarım saat verilmişti. Başından başlayarak her şeyi anlattıklarında ise neden hastanede olduğu ve diğer bir çok soru cevaplanmıştı. 

Odanın kapısını açıp içeri girmem, karşımda sarı saçları dağılmış, gözleri kızarmış ve acıyla kısılmış, hastane yatağında yatan bir Atlas'la karşılaşmak yeşilin yok olup mavinin beni boğmasına sebep olmuştu... Kalbim öyle bir acımış, nefesim öyle bir kesilmişti ki... O an fark etmiştim; karşımda küçük haliyle uyuyamadığımız için bana sarılan bir Atlas yoktu ya da lise birinci sınıfta aynı sınıfta olmamıza rağmen konuşmadığım Atlas... Bu Atlas'ı tanımıyordum sanki, farklı biriydi. 

''Nasılsın, Plüton?'' demişti her şeye rağmen gülümseyerek. 

Gözlerim dolarken bir kaç adım atmıştım; odadaki Umut, Rana ve Arda'yı takmadan başımı olumsuzca iki yana sallarken. ''Özür dilerim.''

Elini tutmam için bana uzattığında gözlerimizi tek saniye ayırmıyorduk birbirimizden. Yanına gidip uzattığı elini tuttum, kapı açılıp kapanma sesinden biz dışında herkesin çıktığını fark ettim. ''Özür dilenecek hiç bir şey yok, sen bir hata yapmadın. Bu hikayenin en suçsuzları ikimizdik.''

Gözyaşlarımı saklamak için başımı eğip göğsüne koydum. Bir yandan hıçkırıklarımı saklamak için elimi ağzıma bastırırken saçlarımın arasında parmaklarını hissettim, aradan geçen 10 yıla rağmen hala hissiyatı aynıydı. Huzurlu... Sakinleştirici...

Bir elim hale elinin içindeyken ellerimizi karnına koyup serçe parmağımla oynadı eskisi gibi, ben hıçkırıklara boğulurken. Ve anlattı son 10 yılda neler olduğunu...

Sedyede son ana kadar ellerimiz kenetli dururken son sözünü hatırlıyorum da aklımın duvarlarına çarpıp yankılanıyor sanki; ''bu hikayenin yazarı sensin, Plüton. Yarım ve geçmişte bıraktırılmış hikayemize mutlu bir gelecek yaz, olur mu?''

Yazar 『texting』Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin