Koşuyordum...
Uçsuz bucaksız karanlık yolda, elimde birkaç yiyecekle koşuyordum sadece. Düşündüğüm tek şey annemdi.
Ahşap kapıyı açıp evin avlusuna girmiştim. Nefes nefese kapıyı çaldığımda açan olmamıştı.
Jungkook: Anne! A-anne!
Kapıyı daha hızlı çalmıştım. Hala açan yoktu. Kapıya sertçe bir tekme atıp kırmıştım. Kan ter içinde olan annemi görmemle elimdekileri bir kenara bırakmıştım.
Jungkook: Anne...Yiyecek getirdim sana. Aç gözlerini...
Annem titreyen dudakalrını kımıldatıyordu sadece.
Jungkook: doktor...Doktor!
Bağırarak evden çıkmıştım. Kasabaya uzak olan evimizden hızla koşmaya başlamıştım. Birkaç dakika sonra kasabaya girmiştim. Doktorun evini zorla bulup kapıyı var gücümle çalmıştım. Saçlarına ak düşmüş doktor hemen çıkmıştı kapıya.
Jungkook: Annem çok kötü...
---
Doktor: Dediğim gibi Jungkook, bugün veya yarın...Hazırlıklı ol.
Doktorun dediği her kelime beynimi kemiriyordu adeta. Nasıl yani...Annem ölecek miydi? daha babamın ölümü üzerinden 1 sene geçmeden...Annem de mi ölecekti? Koskoca dünyada tek mi kalacaktım?
Doktor çoktan gitmişti. Annemin baş ucuna oturup terlerini silmeye başlamıştım.
Jungkook: Anne... Babamı kaybettikten sonra bir daha kendine gelemedin. Sana yemin ederim, babamı öldüren bu imparatorluğu yıkacağım.
Annem derin derin nefesler almaya başlamıştı. Bir anda nefes alması kesilmişti. Şakaklarındaki terler tek tek yanaklarından süzülüyordu. Mum ışığıyla aydınlanan oda bir anda kararmıştı sanki.
Jungkook: 15 yaşımda, elimden ne geliyorsa yapacağım anne. İmparatorluğu yıkıp ruhunuzun mutlu yaşamasını sağlayacağım.
---
" Tzuyu!"
Annemin sesi dağda yankılanmıştı. Kitabımı sertçe kapatıp yerimden kalkmıştım. Gardenyayla dolu dağa son kez göz gezdirmiştim. Çitlerle çevrili kocaman bahçede koşup eve girmiştim. Annem yere oturmuş, tırnaklarını kemiriyordu.
"Tzuyu! T-tzuyu! Tzuyu..."
Tzuyu: Bir kez söylesen yeter, anne.
Annem gözlerini kocaman açıp bana bakmıştı.
"Onu ben öldürmedim... Bana söyle bana inansın. Ben öldürmedim"
Bir iç çekip annemin yanına oturmuştum.
Tzuyu: Onu sen öldürdün anne. Ne yaparsan yap bu değişmeyecek. Kardeşim de, babam da geri gelmeyecek.
Ben 7 yaşındayken annem akıl sağlığını yitirmişti. Eskisi gibi davranmıyordu. Bu kardeşimi ve beni korkutuyordu. Babam anneme her haliyle aşıktı. Ama bir gün annem kardeşimi de alıp göle gitmişti. Babam işteydi. Ben ise okulda. Hiç haberimiz yoktu. Geri geldiğinde üstünde kan lekeleri vardı. Ne kadar korksamda belli etmemiştim o gün. Gök kenarı a gittiğimizde kardeşimin kanlı elbisesine rastlamıştık. Annem kardeşimi öldürmüştü.
Bu olay sonucu daha da kafayı yemişti. Her zaman onu öldürmediğini söylüyordu. Bir sene sonra babam Güneydoğudaki görev diye evden çıkmıştı. Ve bir daha gelmemişti. Annemin yüzüne Baktıkça çok sevdiğim kardeşim ve babam geliyordu aklıma. Ne kadar bu evden kaçsam da beni buluyordu.
" Ben öldürmedim... TZUYU BEN ÖLDÜRMEDIM!"
Bir anda ayağa kalkıp kollarımı tutmuştu. Beni sertçe sallamaya başlamıştı. Zorla durup elinden kurtulmuştum.
Tzuyu: ONU SEN ÖLDÜRDÜN! HER ŞEY SENIN YÜZÜNDEN OLDU!
Annem yere eğilip korkunç bir şekilde bana bakmaya başlamıştı.
Tzuyu: Neden?... Bırak beni gideyim. Sen de kurtul ben de. Her gün senin yüzünü görmek ölüm gibi. Her şeyden çok sevdiğim kardeşimi öldürdüğün gerçeği asla değişmeyecek. Neden beni rahat bırakmıyorsun? 14 yaşımda bunlara katlanmak zorunda mıyım ben?
Hıçkırarak ağlamaya başladığım sırada annem cebinden anahtarı çıkarmıştı. Hala yüzünde korkunç bir ifade vardı.
Anahtarı bana uzattığında bir süre düşünmüştüm.
"Onu ben öldürmedim."
Elindeki anahtarı alıp hemen evden çıkmıştım. Dış kapının kilidini açıp vargücümle koşmaya başlamıştım.
Kurtulmuş muydum?
Hayır.
Ben koştukça anılarım da koşuyordu arkamdan. Ne olursa olsun olanları unutamayacaktım.
Dağın tepesinde olan evimiz le kasaba arası çok uzundu. Kar bastırıyordu. Gece çoktan olmuştu. Ayaklarımdaki acı beni birkaç dakika taşıyabilirdi sadece.
Bacaklarımın sızladığını hissettiğim an yavaşlamaya başlamıştım. Bir anda dizlerimin üstüne çökmüştüm. Ciğerlerim parçalanırcasına nefes alıyordum. Bedenim bana inat yere yığılmıştı bile.
Ölmek istemiyordum.
Ellerimi kulağına sıkıştırdığım Gardenya ya götürmüştüm. Kalkmam lazımdı...
Gözlerim yavaşça kapanmaya başlamıştı. Birkaç dakika sonra yüzünde bir sıcaklık hissetmiştim.
Gözlerimi araladığımda bir kız ve bir erkek bana bakıyordu. Anlamsızca onlara bakmıştım.
Chaeyoung : Hey! Iyi misin?
Soğuktan donmuş dudaklarımı kımıldatamamıştım.
Bangchan: Kız donmuş. Hemen onu yanımıza alalım Chaeyoung.
Ismi Chaeyoung olan kız kafasını sallayıp kılıcını bir kenara koymuştu. Bu yaşta kılıcı mı vardı?
Sırtı bana dönük bir şekilde eğilmişti.
Chaeyoung :Bindir, Bangchan.
Bangchan :Chaeyoung taşıyabilir misin?
Chaeyoung kibirle,
Chaeyoung : Tabikide.
Demişti. Bangchan Chaeyoung'un sırtına binmeme yardım etmişti. Chaeyoung yerden kalkar kalkmaz afallamıştı. Zorlandığı her halinden belliydi. Çaktırmadan yürümeye başlamıştı.
Buz gibi yüzüm yüzüne değince ısınmaya başlamıştı. Kesik Kesik aldığı nefes buhar olup yüzüme çarpıyordu.
Kalbim sıcacık, yumuşacık olmuştu sanki. Hiç tanımadığım bu kıza ve erkeğe derin bir sevgi beslemeye başlamıştım bile...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ᵍᵃʳᵈᵉᶰᶤᵃ//ʲᵘᶰᵍᵏᵒᵒᵏ⁺ᵗᶻᵘʸᵘ
FanfictionTzuyu : Hey, Gardenya sever misin? Jungkook : Hayır, nefret ederim.