"Daha iyiye gidiyorsun bence Chae Young, sen ne hissediyorsun?"
"Hiçbir şey hissedemiyorum."
Neden sürekli bir şeylere tutunma, sırtımı dayama ihtiyacı hissediyordum? Her seferinde yarı yolda kalıyordum üstelik, yolun sonunda mutlu olacağımı umarken ansızın yerdeki kalp kırıklarıma basıyordum. Etrafımdakiler harika hayatlar yaşarken ve bundan gocunmadan bahsederken ben neden anlatacak güzel bir anımı bulamıyordum? Okuldakilerin aileleri sürekli pahalı kokteyller düzenliyor, davetler veriyorlardı. Neden benim ailem de en azından mutlu bir aileymişiz gibi davranıp lüks davetlerde bu role bürünmüyorlardı? Sadece mutlu gibi davranabilmemiz için bile her şeyimi verebilirdim. Onun yerine neden ülkeden atar gibi yolluyorlardı beni başka bir yere?
Ailem beni yarı yolda bırakmıştı. Onlara en çok ihtiyacım olduğu zamanda, en savunmasız zamanımda bileklerimi kelepçeleyip dipsiz bir kuyuya fırlatıvermişlerdi.
Ve sen, beni tanımıyorsun bile. Bugüne kadar birkaç kelime etmişliğimiz var. Ve ben, senden deli gibi hoşlanıyorum. Sen neden ihtiyacım olduğu zamanlarda benim yanımda değilsin? Kulağa delice geliyor, biz iki yabancıyız. Korkuyorum sana gelmeye. Bakışlarımı hiç yakalamıyor musun?
Biliyor musun, okula ilk geldiğim gün boş olduğu için yanına oturduğumda keşke seninle sohbet etmeye çalışsaydım. Tek kelime etmeden konuşmak yerine, ders bittikten sonra Jennie beni yanına davet etmeden önce arkadaşça bir tavır sergileseydim. Belki o zaman her şey daha farklı olurdu. Kimse bir zaman makinesiyle gelip kapımızı çalmıyordu ama, çalmayacaktı da. Biz bu haldeydik ve hep böyle kalacaktık.
"İyisin, değil mi?" Jennie, endişeyle sordu.
"Milyon kez daha söylediğim gibi, iyiyim Jennie. Partide bu yüzden keyfimin bozulmasını istemiyorum." diye mırıldandım. Bir yandan da aynı karşısında kendimi süzüyordum.
Kafasını iki yana salladı. "Bak kızım, Park Chae Young'un kitabını yazdım ben. Sen kesinlikle iyi değilsin."
Omuzlarım çöktü. Değildim. "O kadar belli mi?"
Gülümseyerek "Hayır," diye mırıldandı ve masadan parfümünü alıp üstüne boca etti. "Seni çok iyi tanıdığımdan iyi olmadığını anlayabiliyorum. Ama tanımayan biri için, şu anda seksi bir hatun gibi gözüküyorsun."
Gülmeye çalıştım, ne kadar başarabildim bilmiyorum. "Daha çok sen öyle gözüküyorsun diyelim."
"Hayır, gayet ciddiyim ben," Yatağa oturdu ve topuklularını giymeye başladı. "Müthiş gözüküyorsun. Partiden birileri lezbiyen olarak bile çıkabilir, dikkat et. Ama," Devam edecekken duraksadı ve yüzüme baktı. Ne kadar üzüldüğümü ölçüyor gibiydi. "O piç kurusu için kendini üzmemelisin. Sora gibi bir aptalın kendisini öpmesine izin veriyorsa o da Sora kadar aptal demektir."
Hafifçe güldüm ve koltuğa bıraktığım deri ceketimi giydim. Jennie bir ıslık çaldı. Eseriyle gurur duyuyordu. "Evet, fotoğrafı gördüğüm an çok üzüldüm. Kim hoşlandığı çocuğu başka bir çocukla görünce üzülmez ki?" Yanına oturarak derin bir nefes verdim. "Kimi kandırıyorum zaten? Yakın değiliz, arkadaş bile değiliz. Ben burada üzülürken o, kızlarla ve arkadaşlarıyla gününü gün ediyor. Oturup ağlamak bana da ona da bir şey kazandırmaz, aksine benden götürür."
Elini sırtıma koyarak "Sadece, fotoğrafları sana gösterdiğime pişman olmak istemiyorum. Benim yüzümden üzülmüşsün gibi hissederim." dedi.
"Saçmalama, asıl göstermesen sana kızardım. Hadi kalk, taksi gelir birazdan." Ayağa kalktım ve aynada son bir kez kendimi süzdüm, Jennie dövmelerimin gözükmesi için dolabından güzel bir elbise vermişti, altına da siyah botlarımı giymiştim. Köprücük kemiğimdeki, kolumdaki ve bacağımdaki dövmeler gözüküyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
close as strangers |rosékook
Fanfiction"Çünkü biz seninle yabancılar kadar yakındık." Yüzüyorsun. İnanılmaz iyi bir yüzücüsün. Elini attığın her konuda başarılısın. Ama merak ediyorum, bu yüzden mi yüzüyorsun? Belki de sen bu hayatta boğulurken suyun altında nefes alabiliyorsundur, oraya...