Eğer kalbiniz defalarca kırılmışsa ve siz kendi çıplak ellerinizle onu dikmeye, bazen de yapıştırmaya çalıştıysanız artık başka birilerinin avcuna bırakmanız gerekirdi onu. Benimki çoktan birinin ellerinde atıyordu.
Kalbimiz bembeyazdı ve oraya girebilen herkes siyah bir nokta bırakırdı, o yüzden bazılarının kalbi simsiyah olurdu. Benimkinde bir tane nokta vardı ve her zaman öyle kalacaktı.
Elimde sıcacık bir el varken merdivenlerden o kadar hızlı indik ki neredeyse düşüyordum, tekrar sendeledim ama toparlandım. Arka kapıdan fırladığımızda deli gibi koşmaya başladı ve ben de ona ayak uydurdum. Gittiğin her yerde ben de olacağım. Hava kararmıştı, sirenlerin sesi çok yakındı ve rüzgar adeta bacaklarımı dövüyor, ciğerlerimi yakıyordu.
Siren sesleri daha da fazla yakınımıza gelirken arkasına baktı, sokak lambalarının ışığıyla aydınlanan yüzünü gördüm. Nefes nefese kalmıştı o da benim gibi, terlemişti ve stresliydi.
İkimiz de hiçbir şey demedik, beni soldaki sokağa yönlendirdi ve birkaç saniye etrafına baktıktan sonra yanımızdaki binanın duvarına yaslandı sırtım. Gözlerimin içine bakıp işaret parmağını dudağının üstüne götürerek susmamı işaret etti ve ben de iki elimi dudaklarımın üstüne kapattım. Göğüslerimiz o kadar hızlı inip kalkıyordu ki birbirine değiyordu.
Etrafı kolaçan eden birkaç polis çok yakınımızdan geçip gittiler ve arabalarına binip uzaklaştılar. Ellerimi ağzımdan çektim, boğazım acıyordu ve karşımda hırıltılı nefesler alan, gözlerimin içine bakan Jungkook bana hiç yardımcı olmuyordu. Neden bu kadar yakınımdaydı?
Beş dakika boyunca, en azından tahmin ettiğim süre buydu, hiç konuşmadan sadece yeri izledim ve nefeslerimin düzene girmesini beklerken hiç kafamı kaldırmadım. Başım tam olarak boynuyla omzu arasına denk geliyordu, temas etmemek için uğraşıyordum ama onun bunu taktığı pek söylenemezdi çünkü hafifçe saçlarımı değen çenesinden kafasını eğdiğini ve bana baktığını anlayabiliyordum.
Kesik kesik nefeslerimin arasından "Teşekkür ederim," dedim. "Sen olmasan orada kalacaktım."
Sol eliyle çenemi yumuşak bir şekilde kavradığında kafamı kaldırdım ve gözlerine baktım. Sokaktaki lamba, yüzünün bir tarafını aydınlatırken diğer tarafına gölge düşüyordu. Gözleri parlıyordu. Bu şehirde hiç yıldız yoktu çünkü karşımdaki adam hepsini gözlerinde toplamıştı.
Kafasını sağa eğip yüzümü inceledi, biraz sakinleşmiş olsak da hâlâ derin nefesler alıp veriyordu. "Sen neden titriyorsun?" Çünkü çok korktum.
Elimi bileğine koydum ama çekmeyi denemedim çünkü buna ne gücüm vardı ne de isteğim.
"Çok üşüyorum." diye mırıldandım.
Bana inanmamıştı, bunu anlayabiliyordum. Başını iki yana sallarken kalbime zehirli oklarını atmaya devam ediyordu. "Az önce ben gelmesem orada kalacağını sen de söyledin," dedi alçak ve sakin bir sesle. Beni yatıştırıyordu. "Seni gördüm. Transa geçmiş gibiydin, herkes oradan oraya koşuştururken hiçbir yere gidemedin."
Hayatımın birçok noktasında bugünümü etkileyen çok fazla olay, travma vardı. Daha önce bileğime takılan kelepçelerin nasıl hissettirdiğini hatırlıyordum, polis memuru kafamdan bastırarak beni arabaya soktuğunda ne kadar korktuğumu hatırlıyordum, demir parmaklıkların arasında bekletilirken ne kadar üşüdüğümü ve ailemin biraz parayla biraz da gözdağıyla ben işin içinden nasıl kurtardıklarını biliyordum. Bir kez daha aynı döngüyü yaşayacak olmam ihtimali bile beni kahrederdi.
"Ben sadece," Omuzlarım çöktü ve gözlerimi gözlerinden çektim. "O an başım döndü ve korktum işte. Şu an iyiyim ve beni oradan çıkardığın için minnettarım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
close as strangers |rosékook
Fanfiction"Çünkü biz seninle yabancılar kadar yakındık." Yüzüyorsun. İnanılmaz iyi bir yüzücüsün. Elini attığın her konuda başarılısın. Ama merak ediyorum, bu yüzden mi yüzüyorsun? Belki de sen bu hayatta boğulurken suyun altında nefes alabiliyorsundur, oraya...