four

5.4K 464 242
                                    

''Beni buradan yollayamazsınız!'' diye bağırarak masanın üstündeki vazoyu yere attım. İçimdekileri tutamıyordum, sadece çığlık atmak istiyordum. Adil değildi, gördüğüm muamele hiç adil değildi. Ağlamak istemiyordum ama gözyaşlarım beni dinlemeden boynuma doğru süzülüyordu. Nefesim daralıyordu. Gitmek istemiyordum.

Annem, sinirle derin soluklar alırken bana doğru bir adım daha attı ve yakınıma girdi. İşaret parmağını tehdit edercesine kaldırdı. ''Sen, küçük hanım şansını fazlasıyla tükettin. Yarın ilk uçakla Kore'ye gidiyorsun.''

Ellerimi saçlarımdan geçirdim ve çığlık attım. ''Hayır!'' Bu defa yemek masasının üstündeki bütün tabaklar örtüyü çekmemle yere indi. Önce anneme, sonra ifadesini hiç bozmayan babama doğru döndüm. ''Şimdi mi geldi aklınıza? Kızınız neler yapıyordu haberiniz yoktu, sürekli aptal bahanelerle beni görmezden geliyordunuz! Şimdi götünüz sıkışınca beni şutluyor musunuz?''  Kahkaha attım, sinir krizi geçiriyordum ama hiçbir şey yapmıyorlardı. Hiçbir şey. ''Sikeyim sizi de işinizi de bu hayata geldiğim günü de! Nefret ediyorum sizden, bir kere bile bana sahip çıkmadınız, size en çok ihtiyacım olan zamanda kıçıma tekmeyi basıyorsunuz! Sikeyim-''

Babamın gözlerinde öfke vardı, saf öfkeyle öyle bir yürüdü ki üstüme daha ne olduğunu anlayamadan sözümü kesti. Tokadıyla. Yana doğru, yere düştüm.

Sinirden köpürüyordu. ''Yarın sabah gidiyorsun Chae Young! Senin gibi bir veledi hak edecek ne günah işledim bilmiyorum ama daha fazla sorun yaratamayacaksın. Gidiyorsun.''

Çok acımıştı. Yanağım değil, düşerken çarptığım dizim ya da vazonun bir parçasından dolayı kanayan elim de değil. Sadece, nerede hata yaptığımı düşünmekten kendimi alamıyordum. Ertesi sabah çağırdıkları bir şoförle havaalanına giderken evde bile değillerdi, ben uyurken çıkmışlardı. Yalnız başıma doğmuştum, yalnız başıma büyüyüp yalnız başıma hatalar yapmıştım ama Tanrı biliyor ya, sonumun böyle olacağını hiç düşünmemiştim.

Yorulmuşsun, görebiliyorum. Kendini çok zorluyorsun, hep en iyisi olmak için çalışıyorsun ama en iyisi olduğunun farkında bile değilsin. Koşuyorsun, rakiplerinin seni asla yakalayamayacağı şekilde. Herkesten böyle koşarak mı kaçıyorsun?

Bir gün beni de arkanda bırakıp koşar mısın böyle arkana bakmadan?

Ve...

Basket.

Topu smaçla fileden geçirdiğinde hafifçe sırıttın ve saçlarını geriye attın. Bugün Koç sizi çok yormuştu, deli gibi terlemiştin ama asla durmak bilmiyordun. Sahada koşup durmuştun sürekli ve en çok sayıyı sen atmıştın. Her zamanki gibi.

Dönüp suyunu aldın ve birkaç saniyede kafana diktin. Adem elmanın oynadığını buradan bile görebiliyordum, takım arkadaşların sana doğru geldiğinde çoktan bitirmiştin.

Gülerek sana bir şeyler söylediler, nefeslerin biraz normale dönmüştü şimdi. Koçunuz ellerini çırparak bugünki antrenmanın bittiğini söyledi. Senin için henüz bitmediğini ikimiz de biliyorduk ama.

Yine de, burada esneme hareketlerimi yaparken bile gözlerimi senden alamamıştım. Voleybol ve basketbol takımının antrenmanları hep art arda oluyordu bu yüzden seni daha çok görebiliyordum. Bu benim için iyi miydi, yoksa kötü mü?

Biraz oyalandıktan sonra buraya yürümeye başladınız takımca. Neden buraya doğru geliyorsun? Geri git, tavşan çocuk.

Koçumuz olan Bayan Han, ellerini çırparak ve "Kalkın!" diyerek geldiğinde ayaklanıp basketbol takımının neden burada, dibimizde olduğunu açıklaması için bekledim.

close as strangers |rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin