bir fısıltı duyuyorum sevgilim,
her gece kulaklarımda yankılanıyor
beni öldürüyor
beni yaşatıyor
nefesimi kesiyor
bazen de nefesim oluyor
canımı yakıyor sevgilim,
ama karanlık gecelerime ışık tutuyor o fısıltı
bazen de kapatıyor ışıkları, söndürüyor gökyüzünü
senin sesin bu sevgilim.
senin fısıltıların,
senin öldürüşlerin
ve senin geri getirişlerin.
sensin, sevgilim
sen.Yağmur damlalarını izledim. Teker teker cama vuruşlarını, akıp gidişlerini izledim ve seslerini dinledim. Ben de onlar gibi gitmek istedim. Gitmek istedim.
Güneşin ilk ışıklarıyla beraber salı günü başlamıştı. Saat sabahın yedisiydi ve ben berbat bir gece geçirmiştim, bütün gece yağmur yağmıştı ve ilaçlarımı almayı unuttuğumdan gözüme hiç uyku girmemiş, uykusuz kalınca da başım ağrımaya başlamıştı. Delirecekmiş gibi hissediyordum, bu sıralar çoğu gecem böyle zehir gibi geçiyordu. Gündüzlerimin de karmaşadan bir farkı yoktu.
Ve kendimi dışarı atmıştım. Sabahın ilk saatleri olduğundan etraf soğuktu ve üstümde hırka olmasına rağmen üşüyordum, gerçekten aptalın tekiydim.
Yılın bu zamanından nefret ediyordum. Bugün her yaklaştığında bir zaman makinesine binip haftalar sonrasına atlamak istiyorum. Uykularım bozuluyor, kabuslarım artıyordu ve elimden hiçbir şey gelmiyordu. Nefret ediyordum, her yıl o kadar yanıyordu ki canım zaman geçtikçe acı azalacağı yerde ikiye katlanıyordu sanki.
Takvim yaprakları bugünü her gösterdiğinde yok olmak istiyordum.
Bir ağacın dibine çöktüm, soğuk donduruyordu ama eve gitmek istemiyordum. Ben uzun zaman önce eve gitmeyi bırakmıştım. Ruhsuzca oturacaktım burada, saatlerce bekleyecektim ölmeyi. Daha önce kendime verdiğim zararlar canımı almaya yetmemişti, belki bu defa başarabilirdim. Ölmeyi başarmak. Bir beceriksize göre çok büyük bir şeydi.
Bacaklarımı kendime çekip kollarımı etrafına sardım, bu pozisyonu küçükken o kadar çok almıştım ki anne karnında aldığım cenin pozisyonundan daha güvende hissettiriyordu. Anne karnı, bizim ilk evimiz sayılırdı ama benim için bir kafesti. Annem hiç benimle konuşmuş muydu acaba karnındayken, elleriyle okşayıp sevgisini biraz olsun hissettirmeye çalışmış mıydı? Babam doğduğum gün ne hissetmişti? Hiçbir zaman anlatmamışlardı ki abimle bana, duygularını söylememişlerdi, bazen karşılarına geçip neden beni bu hayata mahkum ettiniz diye bağırmak isterdim ama abim durdururdu beni. Değmez, derdi. Onlara karşı sarf edeceğin tek lafa, dökeceğin tek gözyaşına değmez.
Keşke kaldırsaydım başımı. Onlara karşı çıksaydım, yere dökülürdü belki gözyaşlarım ama onların ayaklarını bu şekilde kaydırırdım. Abimi de, kendimi de, çocukluğumu da kurtarabilirdim. Üstümüze toprak atılmıştı.
"Merhaba abi," dedim karşıya doğru bakarak. Burnunu çektim, ağlamıyordum ama sanki içim sızlıyordu ama bugün davranışlarımı sorgulayacak durumda değildim. Berbat bir gündü ve ben bugün iyi olamazdım. "Nasılsın?"
Cevap gelmedi. Hiç gelmezdi ki zaten.
"Ben çok kötü bir kardeşim, değil mi?" Güneş doğmuştu, etrafa kızıl ve turuncu tonları hakimdi. Kimse yoktu, benden başka kimse geçmiyordu bu saatte buradan. Belki biri geçerdi. "Seni ziyarete gelmiyorum, daha doğrusu gelemiyorum. Kızma bana, olur mu? Seni evden atmışlardı, beni başka bir ülkeye yolladılar." Dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı arkaya doğru yatırdım, şimdi ağaç yaprakları manzaram olmuştu. "Seni ziyaret etmek istiyorum ama korkuyorum. Dışarıya çok güçlüymüş gibi gözüküyorum ama aslında geceleri iyi geceler öpücüğü verdiğin o küçük kızım hâlâ."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
close as strangers |rosékook
Fanfiction"Çünkü biz seninle yabancılar kadar yakındık." Yüzüyorsun. İnanılmaz iyi bir yüzücüsün. Elini attığın her konuda başarılısın. Ama merak ediyorum, bu yüzden mi yüzüyorsun? Belki de sen bu hayatta boğulurken suyun altında nefes alabiliyorsundur, oraya...