fifteen

4.4K 399 103
                                    

"Ama baksana şuna!" Lisa, kafasını elbisenin arkasından çıkardı ve dudaklarını büktü. Şu an gerçekten bir emojiyi andırıyordu. "Sana çok yakışmaz mı?" Askıyı elime tutuşturdu. "Hadi git dene."

Elbiseye bir bakış attım, aslında gayet güzeldi ve taşıyabileceğimi düşünüyordum ama bütün gündür alışveriş peşinde koşmaktan yorulmuştum, tek istediğim biraz oturmaktı. "Daha almak için çok erken değil mi?" diye mırıldandım. Buluşunca birçok şey almıştık ama kızlar Jimin'in ailesinin vereceği davet için giyecekleri elbiseyi de aradan çıkartmak istemişlerdi.

Lisa kafasını iki yana sallarken Jennie de onu destekledi. "Bu Dior elbiseyi ancak sen taşıyabilirsin bebeğim." Bana göz kırptı.

Kafamı çevirip Jisoo'ya yardım isteyen bakışlarımı gönderdim ama sırıtarak beni reddetti. "Üzgünüm ama hepimiz elbiselerimizi aldık ve sen bu mağazadan elin boş çıkmayacaksın," Omuzlarımdan tutup kabinlere doğru çevirdi beni. "Hadi!"

Hem elbiseyi beğendiğimden hem de onlara laf anlatamayacağımı bildiğimden oflayarak kabul etmek zorunda kaldım ve ilerleyip kabinlerden birine girdim.

İtiraf etmiyorlardı ama bugün resmen benim için çıkmışlardı dışarı. Evde kalıp ders çalışmamız gerekirken biraz keyfim yerine gelsin diye yapıyorlardı bütün bunları. Fakat elimden bir şey gelmiyordu, gülmek benim için bir azaptı bugünlerde.

Sevdiğim herkes beni üzmeye ya da gitmeye mi programlanmıştı? Bir zamanlar annemle babamı öyle saf duygularla severdim ki beni önemsemediklerini bile anlamazdım, tozpembe dünyam çok büyülü gelirdi bu yüzden gerçeklerden hep sakınırdım ama bir gün gerçekten çok üzgün olduğumu ve yanaklarımdan gözyaşlarının mutluluktan değil de acıdan döküldüğünü fark ettiğimde anlamıştım bu dünyanın zehir olduğunu. Bu cihan bir zehirdi, bu dünya bir aldatmacaydı. Yaşadıklarımız mıydı bizi biz yapan, yoksa hiç yaşamadığımız, yaşayamayacağımız hayatlar mı?

Derin bir nefes aldım. Nefes al. Böyle yaparak dışarıda beni mutlu etmeye çalışan üç kıza haksızlık ediyordum.

Elbiseye baktım. Beyazdı, bembeyazdı. Bana çok uzak bir renkti. Omuzları düşüktü ve kolları boldu, oldukça da kısa ve dardı. Daha önce birçok davete gitmiştim, bu olaya ailem yüzünden uzak biri değildim ama hiçbirinde elbisemi kendim seçmezdim, annem hizmetçilerle bir tane yollardı ve eve geldiğimde yatağın üstünde bulurdum.

Kıyafetlerimi çıkartıp aynada kendime baktığımda gördüğüm görüntüyü beğenmiştim, her ne kadar şu an spor ayakkabılarımla olsam da güzel gözüküyordum. O da orada olacaktı. Davete haftalar vardı ama şimdiden düşünmek bile kalbimi hızlandırıyordu.

Senin kalbini kırıyor.

Kabinden çıktığım an üçünü de önümde buldum, resmen benden kat kat daha fazla sevindiler ve üstümden çıkarmamam gerektiğini çünkü böyle bir tanrıça gibi gözüktüğümü söylediler ama yüzlerine kabinin kapısını kapattım ve kıyafetlerimi geri giydikten sonra elbiseyi de alıp mağazadan çıktık.

Elimizdeki poşetlerle beraber AVM'nin içindeki Starbucks'a girdiğimizde kahveleri alıp gördüğümüz ilk masaya çöktük. "Ayaklarım ağrıdı," diye homurdandı Jennie ve kafasını omzuma koydu. "Ama harcadığım her kuruşa değdi."

Jisoo, kahvesinden bir yudum alıp benim arkama doğru baktı ve yüzünü buruşturdu. "Her seferinde görmek zorunda mıyım ben şunları ya?" Lisa bunun üzerine sandalyesinde dikleşip gözlerini kıstı görmek için.

Biz de Jennie ile arkamızı döndüğümüzde Sora ile Mina'nın bir mağazaya girdiklerini gördük. Her zamanki gibi şıkır şıkır giyinmişlerdi ve kolları poşetlerle doluydu. Jennie, iki parmağını ağzına götürül kusma taklidi yaptı. "Iy, şu muşmula suratlarını gördüm ya midem ağzıma geldi."

close as strangers |rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin