ten

5.1K 461 432
                                    

Evin böyle sessiz olmasından nefret ediyordum bazen. Sanki ben bile yoktum içinde, aydınlık dizayn edilmesine rağmen her köşesinde kasvet olan bu evde düşüncelerim bile odalarına çekiliyordu sanki. Kafamın içi bile konuşmuyordu. Korkuyorlardı.

Pazartesi seansa gittiğimde benimle abim hakkında konuşmak istemişti. Onu tam iki yıldır ziyarete gitmemiştim, Güney Kore'ye dönecek cesaretim yoktu ama geçmişi düşününce ona haksızlık yapıyormuş gibi hissediyordum. Sakın bizden gizli işler çevirmeye kalkışma, demişti annem. Bu defa daha erken anlarız ve seni buna pişman ederim.

Ben onların kızıydım. Düşmanları değil.

Aslında düşmanlarına bile daha iyi davranıyorlardı. Annem şirketini yönetiyordu, babam da kendi alanında başarılı bir cerrahtı ve piyasada çok fazla rakipleri vardı. Ama onlarla bile aynı masaya oturuyor, bazen karşılaştıkları davetlerde birbirlerine gözdağı veriyorlardı. Onları önemsiyorlardı ve dikkat ediyorlardı çünkü her an birileri ayaklarını kaydıracak ve üstünü kapattıkları şeyler ortaya çıkacak diye ödleri kopuyordu. Ben böyle bir muamele bile görmüyordum. Sanki... Yoktum. Bir hiçlikten ibarettim.

Suçlu olabilirdim, ben de kendime kızıyordum ama hakim onlarken bana idam cezası vermekten çekinmiyorlardı. Ellerindeki tokmağı masaya vurup sonumu yazmak çok kolay olmuştu onlar için.

Bunu yapmalarına ben mi izin vermiştim? Baş kaldırsam daha mı çok zarar görürdüm yoksa kurtulabilir miydim?

Bugün perşembeydi. İki gün sakin geçmişti, bugün maç günümüz olduğundan saatlerim antrenmanlarda geçmişti ve doğru düzgün ders çalışamamıştım, Jungkook beni eve bıraktığından beridir de hiç baş başa ikimiz konuşmamıştık, ortada dönen sohbete katılıyorduk sadece.

Maçtan önce konuşursak o gazla bir sürü sayı alacağımdan emindim.

Sabah uzun zaman sonra evde karnımı doyurdum, Bay Jung beni okula bıraktı. Bugün hava güzeldi, tam soğuklara geçiş yapmadan son kez güneş kendini gösteriyordu sanırım. Yine de dışarıda göremedim onları, bu yüzden kantine gitmeye karar verdim. Okulun kapısından girip birkaç kişiyle selamlaştım, maç için bol şans dilediler. Kazanacağımızı düşünüyordum, bir şeyler ters giderse Jennie spor salonunu onların başına yıkardı.

Annemle babam hiçbir zaman maçlarıma gelmezdi ama sanki onlar da seyircilerin arasında oturuyormuş gibi düşünürdüm ve kızları olmaya layık olduğumu kanıtlamak için sahada kendimi paralardım.

Kanıtlamak. Raflarım kupalarla ve madalyalarla doluydu, umurlarında olmuş muydu bugüne kadar?

Bizim katımıza çıktığımda, ileride dolabına kitaplarını bırakan Jungkook'u gördüm. Siyah sweatshirt, siyah kargo pantolon ve Nike'ın son çıkardığı spor ayakkabılar... Hep siyah giyiniyordu, bu renk onunla daha da destansı oluyordu ama yakında stilisti olduğunu falan düşünmeye başlayacaktım çünkü çok iyi giyiniyordu.

Dolabında bir sürü sweatshirt olmalıydı. Bana da bir gün verir miydi acaba giyeyim diye? Onun evinde olurdum, kıyafetlerimi değiştirip onunkilerden giyerdim. Onun gibi kokarlardı kesin ama belki de bir gün kokusunu almak için kıyafetini giymeme gerek olmazdı da kafamı göğsüne ya da boynuna gömüp doya doya çekerdim içime.

Kafamı iki yana salladım. Bu asla yaşanmayacaktı.

Yanında Taehyung vardı, omzuyla dolaplara yaslanmıştı ve Jungkook'la gülerek konuşuyordu. Onlara doğru yürürken bu tarafa baktığında beni gördü, gülümseyerek kafasıyla selam verdiğinde Jungkook da kafasını omzunun üzerinden buraya çevirmişti. Birkaç saniye bakıştık ama o, tekrar önüne döndü ve dolabının kapağını kapattı.

close as strangers |rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin