Ellerini omzuma yerleştirip beni kendinden uzaklaştırdı. Bense hala başım eğik dolu gözlerle,hıçkırarak ağlamaya devam ediyordum.
''İyi misin?'' Başımı kaldırmadan cevap verdim.
''İyiyim.'' Ellerimi omzumdaki ellerine götürüp ellerini ittim.
''neden bir anda bağırdın? bir sorun mu... var?'' Ellerimi sıranın üzerinde birleştirdim,parmaklarımla oynuyordum. Başımı kaldırmadan titrek bir sesle cevap verdim.
''Hayır,sorun falan yok. İyiyim.'' Sıramı geri itip ayağa kalktım. Sıranın arasındaki boşluktan geçip yanından gidecekken kolumdan tutup geri çekti. Sendeleyişimle beraber sırama geri oturmam bir saniye sürmemişti.
Sıraya oturup ayaklarını sandalyeye yerleştirdi. Dirseklerini dizlerine koyup ellerini birleştirdi.
''Aniden hayır diye bağırdın. Şimdi de ağlıyorsun ve bir sorun yok,doğru anladım öyle değil mi?'' Diye sordu,sessiz kaldım.
Konuşmak istemediğimi anlamış olacak ki,sıradan kalktı. Arkası dönük bir şekilde ''Eğer konuşmak istersen ben buralardayım.'' Dedi.
Sınıftan ağır adımlarla çıkıp giderken bense doğu gözlerle arkasından bakıyordum. Bir iki saniye sonra artık sınıfta tek başımaydım. Yalnızlığım ve karanlığımla beraberdim. Yıllar sonra hissettiğim bu özlem duygusunu saniyeler içinde bana yeniden hissettirmişti ve gitti.
(BEŞ yıl önce.)
''Anne!'' Dolu gözlerle arkasını dönüp giden o kadını izliyordum. Annemi...
''Bırak beni!'' Küçük bedenimi savurmasıyla yere düşmem bir olmuştu. Arkasına bile bakmadan yürümeye devam etti. Canımın yanmasını umursamamıştı. Beni umursamamıştı. Babamı umursamamıştı... Sadece arkasını dönmüş,elinde gri bavuluyla o adama doğru yürüyordu...
''Neden bize bunları yapıyorsun!? Bizi hiç sevmedin mi? İnsan bunu evladına nasıl yapar!'' Dizlerimin üzerinde yerde,sağanak yağmurun altında oturmuş ağlıyordum.
''Söyle!'' Bağırışımı umursamadı,söylediklerimi umursamadı. Sadece arkasını dönüp gitti.
''Kızım,yeter artık gel hasta olacaksın.''Üzüntüden kahrolmuş ama bunu belli etmemeye çalışsan babaannemin bedenimi saran kollarından kurtulup ayağa kalktım. Ona doğru koşmaya başladım. Arkasına bir kez oldun dönmedi. Siyah lüks arabaya binip gitti. Bindiği arabanın arkasından tüm var gücümle koşmaya devam ettim. Bacaklarım durmam için yalvarıyordu adeta. Küçük kalbim deli gibi atıyordu. Elimden gelen sadece buydu... Yalvarmak.
''Seni asla affetmeyeceğim! duydun mu beni? Hayatımın sonuna kadar senden nefret edeceğim!''
Küçük bedenim daha fazla dayanamıyordu. Dizlerimin üzerinde çöküp ellerimi yere dayadım. Gözlerimden akan yaşlar yağmur damlalarıyla karışıp kayboluyordu. Yıllardır bana verdiği sevgi sadece bir rolden ibaretti. Şimdi ise bana kattığı tek şey nefretti.
Son ders zilinin çalışının ardından çantama masamın üzerindeki eşyalarımı yerleştirdim. Çantamın içinden kulaklığımı alıp fermuarını kapattım. Telefonumdan rast gele bir şarkı açıp kulaklığımı kulağıma taktım. Çantamı sıramın üzerinden alıp sınıftan çıktım.
Okul binasının kapısına geldiğimde dışarıda deli gibi yağmur yağıyordu. Yanımda şemsiyem yoktu. Havanın bir anda bu denli değişeceğini tahmin etmediğimden yanıma şemsiye almamıştım.
Üzerimdeki hırkamın şapkasını başıma geçirip yağmurun altında ağır adımlarla yürümeye devam ettim. Yağmur bana o günü hatırlatıyordu. Annemin beni hiç düşünmeden bırakıp gittiği günü...
Adımlarımı durdurdum. Bir an olsun o günün zihnimden silinmesi dileğiyle gözlerimi sıkıca kapatıp başımı gök yüzüne çevirdim. Gözümden akan yaşlar,yüzüme çarpan yağmur damlalarıyla birleşip kayboluyordu.
Eve geldiğimde her zaman ki gibi annem yine evde değildi. Umursamayıp odama gittim. çantamı masanın kenarına koyup telefonumu yatağın üzerine fırlattım. Telefonuma gelen bildirim sesiyle telefonum elime aldım. Normalde ölsem kimsenin ruhunun duymayacağı bir olduğumdan telefonuma mesaj gelmesi bir garipti. Yada telefon fatura bildirimiydi. Düzenli olarak mesaj atan sadece onlardı. Onlardan gelen mesaja ''Teşekkür ederim siz nasılsınız?'' diye mesaj atmıştım. Bir saniye sonra ''Talebiniz alınamamıştır.'' diye uyarı gelmişti. Sadece işleri düştüğü için mesaj atıyorlardı,gerisi boş.
Kimin attığını umursamayıp telefonumu yatağa geri bıraktım. Hızlıca işlerimi halledip yatağıma uzandım. Çok geçmeden uykuya dalmış olacağım ki gözlerimi açtığımda odamın için güneş ışınlarıyla dolmuştu.
Bugün okula gitmeyecektim. Gitmek zorunda da değildim. Yatağımda dönüp gözlerimi kapattım. Uykunun ruhumu içine hapsetmesine izin verdim.
Tüm yaşantım,bana ait gibi gösterilen bu hayatın aslında bana ait olan hiçbir yanı yoktu. Bana ait olan tek şey ruhum ve yaşamak zorunda olduğum bu hayatın bana verdiği hüzün ve acıydı...
Bu bölümde Esil'in geçmişten gelen bir anısını okudunuz. Esil'in annesi,yıllar önce esil'i bırakıp gitti. Aralarındaki bu buz dağı aslında beş yıl önce oluşmuş ve o zamana kadar da kimsenini yıkmaya,eritmeye uğraşmadığı,çaba göstermediği bir buz dağı. Bir kaç bölüm önce esil'in annesine hediye olarak aldığı bir bardak setinin bir parçasını kırdığını okumuştunuz. Her şeye rağmen annesine bir adım atmıştı o hediyeyi alarak. Bu adım annesi tarafından geriye beş adım olarak sonuçlandı.
Sizce annesinin gitmesine ve esil'in ondan nefret etmesine yol açan o sebep nedir? Düşüncelerinizi yorum kısmında belirtirseniz sevinirim. oylamayı lütfen unutmayın. Umarım beğenirsiniz. Hepinize çok teşekkürler:D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYBOLAN IŞIKLAR
Teen FictionEsil Aycan. Anne ve babasının boşanması sonucu,babası ve ailesinden koparılıp annesi ile yaşamak üzere İstanbul'a taşınmıştır. Peki bundan sonra ne olacak? "Ben Esil Aycan. Benim hikayemi okumaya var mısınız?"