Medya Esil ve Selin
''Selin?''
''Esil?'' Koşar adımlarla ilerleyip kollarımı boynuna sardım. Bana karşılık verip sarıldı. Gözlerinden akan göz yaşlarının boynuma damladığını hissettim. Başımı kaldırıp abime baktığımda kollarını bağlamış,gülümsemeyle bizi izliyordu.
''Senin ne işin var burada?'' gülümseyerek belimdeki ellerini indirip ellerimi tuttu.
''Ne yani? Sınıf birinciliğini sana bırakacağımı falan mı sandın?'' Gülümseyerek karşılık verdim.
''Fırsatçı seni.'' Dolu gözlerini yüzünü avuçladığım ellerimle sildim. Bu akan göz yaşları,göz yaşlarımız içimizde yeniden doğan mutluluğun dışa vurumuydu.
Selin... Benim çocukluk arkadaşım. Her daim yanımda olmasa da yanımda olduğunu kalbimde hissettiğim tek arkadaşım. Çocukluğum...
''Ee? Nasıl gidiyordu bensiz hayat?'' Diye bir soru yöneltti.
Yüzümdeki gülümsemeyi yerin dibine çekecek güçte bir soru. Hiçte içimden gelmeyen bir gülümseme kondurdum yüzüme,hani şu gözlerinin kısılacağı türden. Sadece sevdiklerinin yanında oluşan mucizemsi bir gülümseme.
''Bir düşüneyim. Sanırım benim zamanım tanıştığımız o parktaki kum havuzunda sayıklıyor.''
''bunu ''seni çok özledim.'' haykırış cümlesi olarak kabul ediyorum.''
''Et bakalım.'' dedim gülümsemeyle.
''E hadi. Çantalarını alıp odaya götürün,sonra da gelin yemek yiyelim. O kadar acıktım ki sizi dürüm olarak görüyorum.''
Abim mutfağa gitti bizde çantaları alıp misafir odasına. Misafir odası aslında iki kişi için ideal bir odaydı. Büyük bir yatak ve ve dört kapaklı dolap vardı. İçinize huzur dolduracak türden mavi duvarlar.
Kıyafetleri dolaba yerleştirdik. Çantaları dolabın alt rafına yerleştirip odadan çıktık. Salona geldiğimizde burnuma gelen muhteşem koku adımlarımı mutfağa doğru zorla itiyordu adeta.
''Allah'ım sana geliyorum demek isterdim ama bu sofrayı bırakamam.'' dedi Selin adeta iç sesim gibi konuşarak.
''Artı bir milyon.'' dedim gözlerimi sofradan ayırmadan. Çünkü sofrada bir tek salata eksikti. Bir dakika.
Salata neden yok?
''Ama ama salata yok!''
Abim elindeki tabağı masaya yerleştirirken başını kaldırıp bana baktı.
''Af edersin abicim ama kör müsün? ''
''Salak tezgahın üstünde ya!'' Diyerek koluma dirseğiyle vurdu Selin.
''Ne bileyim kızım. Açım aç!''
Sandalyelerimizi çekip masaya oturduk. Sofra o kadar mükellefti ki bakmak bile doyuruyordu insanı.
''Yemekleri edik. Doyduk. Ee ne demiş büyüklerimiz. Selin?''
''Sofrayı kuran kaldırır.'' Elimi Seline uzattığımda gülümseyip beşlik çakmıştı. Küçüklüğümüzde olduğu gibi...
''Tamam bakalım bayan çok bilmişler. Bu günlük öyle olsun!''
Gittikçe koyulaşan sohbetimizin ortasında abim elinde kahve kupalarıyla salona gelip karşımıza oturdu. Sohbetimize dahil oldu. Bilmem saat kaça kadar konuştuk. En son saatte baktığımda on ikiye geliyordu. Ondan sonra sohbetimiz daha da uzamıştı. Konudan konu açılıyor oradan oraya sürükleniyorduk. Kahkahalarımız tüm evin içinde yankılanıyordu.
İçimde hissettiğim sayılı mutlu anlara dahil olmuştu bu an. Kısa bir an da olsa içimde barındırdığım her şeyi unutturmaya yetmişti bana bugün,bu gece. O an öğrendim ki.
''Ne olursa olsun gülümsemekten asla vazgeçme. Çünkü gülüşün senin en büyük hazinendir.''
Kısa bir bölümle karşınızdayım. Uzun zaman oldu biliyorum. Umarım severek okursunuz. YB de görüşmek üzere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYBOLAN IŞIKLAR
Teen FictionEsil Aycan. Anne ve babasının boşanması sonucu,babası ve ailesinden koparılıp annesi ile yaşamak üzere İstanbul'a taşınmıştır. Peki bundan sonra ne olacak? "Ben Esil Aycan. Benim hikayemi okumaya var mısınız?"