Bir yıl. Yani üç yüz altmış beş gün. Onsuz.
Kapının çalma sesi ile elimdeki defteri-günlük-bırakıp ayağa kalktım.
"Hoş geldin." Rüzgar elindeki siyah poşeti kaldırıp,hiçte içten olmayan bir tebessüm ile baktı yüzüme.
"O ne?"
"Neye benziyor?" Sorusuna cevap vermeyip,kapıyı açık bırakarak girdim içeri.
Koltuğa geçip oturdu. Dağılmıştı. O tek arkadaşını kaybetmişti bende nefes alma sevincimi.
Elindeki poşetten iki kutu içecek çıkarttı. Ne olduğuna bakmadan birini elime alıp açtım.
"Senin yaşın küçük değil mi?"
"Olabilir. O zaman neden kendimi 30 yaşında,hergün haberleri takip eden alkolik biri gibi hissediyorum? Yıllar sadece sayılardan ibaret." Elindeki içecekten bir yudum aldı. Yüzünü buruşturarak masaya geri koydu. Haklıydı... yıllar sadece sayılardan ibaretti.
"Elindeki... Ne?" Elimdeki deftere bakıp cevapladım.
"Esil'in günlüğü."
"Okuyor musun?"
"Hayır. Ellerimi satırlarda gezdiriyorum sadece."
"Neden?"
"Korkuyorum."
"Neyden?"
"Acılarını... Okumaktan."
"O zaman yapma."
"Ne?"
"Yapma diyorum. O artık mutlu,canı yanmıyor. Ruhu hala odasında,senin mavi kazağınla birlikte uyuyor."
"Nereden biliyorsun? Mavi kazağı?"
"Gördüm. Giderken."
Cevap vermedim... Veremedim. Ağazımdan dökülecek her bir kelimeden korkuyordum çünkü.
Konuşmaya devam etti.
"O gün."
"Hangi gün?" Diye sordum. Anlamamıştım.
"Sınıfın önündeki koltukta oturmuş,kitap okuyordum. Birden bir ses duydum. "Hayır!" Diye bağırdı biri. Korku dolu bir ses tonuydu. Ağlamaklı..."
"Neyden bahsediyorsun?" Beni duymazdan gelip devam etti elindeki içecek kutusunu izleyerek.
"Sınıfa girdiğimde gördüm onu. Üzerinde siyah hırkası,başında siyah şapkası. Ter içinde kalmıştı. Elleri-" yutkundu. Bir yudum daha alıp zoraki bir güçle devam etti. Bense onu şaşkınlıkla izliyordum. Ne hakkında konuşuyordu,o kimdi bilmiyordum. Öylece dona kalmış dinliyordum dudaklarının arasından işkence ibi dökülen cümlelerini.
"Elleri masanı üzerinde,sulu gözlerle izliyordu duvarı. Kalbim öyle sızladı ki. Daha önce hissetmediğim türden hemde."
Söylediğı her cümle bıçak gibi saplanıyordu kalbime. Canımı yakıyordu. Gözlerimdan akan tuzlu göz yaşlarım,yanaklarımdan kayıp dudaklarımı ıslatıyordu.
Her kelimesi,her cümlesi bana Esil'i hatırlatıyordu nedensizce. Tüm bedenim elektirik akıntısına kapılmış gibi titriyordu.
"Yanına gidip sarıldım. Ben,ben her geçti deyişimde dahada artıyordu hıçkırıkları. O kişi, o kız-"
Sözünü kesip devam ettim titreyen ellerimi duyrdurmaya çalışarak.
"Esil."
"Esil." Diye tekrar etti.
Biricik kardeşim,güzel kızım. Derin mavi denizin sularına bırakmıştı bedenini. Sonsuza dek gitmişti. Her ne kadar kendimi inandırmak istemesemde gitmişti... sonsuza dek gitti. O günden beri,o günden beri nefret ettim denizden. Tam buldum derken benden kardeşimi söküp alan mavi derin sulardan.
"Atlas abi? İyi misin? Ben... belkide anlatmamalıydım. Özür dil-"
"Hayır sorun değil. Teşekkür ederim anlattığın için. Ve... Artık nasıl olduğum hakkında,ne hissettiğim hakkında tek bir fikrim yok."
Öyle çaresiz çıkmıştı ki sesim. Ben bile acıdım halime...
"Abi hadi biraz dinlen sen. Hadi." İtiraz etmedim. Gücüm yoktu. Tüm gücümü söküp aldı benden bir yıl... O gün.
Yatağıma uzandım. Üzerimdeki yorgunluk bedenimi daha da almıştı hakimiyeti altına. Gözlerim kapandı. Tüm sesler durdu.
(...)
İnstagram; simgehub_
Yorum ve oy atmayı unutmayın. Şimdiden çok teşekkürler:)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYBOLAN IŞIKLAR
Teen FictionEsil Aycan. Anne ve babasının boşanması sonucu,babası ve ailesinden koparılıp annesi ile yaşamak üzere İstanbul'a taşınmıştır. Peki bundan sonra ne olacak? "Ben Esil Aycan. Benim hikayemi okumaya var mısınız?"