"Yeter artık, bakma öyle. Çok dikkat çekiyorsun." dedi Ekin.
"Nasıl bakmayayım? Baksana şu rezilliğe... Daha sabah bana bu konuda ahkam kesti. Şimdi kendisi ne yapıyor?" diyerek elimle Aras ve Sevdayı gösterdim. Ekin ve ben kantindeydik. Biraz sonra Aras ve arkadaşları gelmişti. Ondan biraz sonra da Sevda gelip Aras'ın yanına kurulmuştu. Aras onunla ilgilenmese bile Sevda... sürekli Aras'a dokunuyordu. Ellerini koluna, sakallarına, saçlarına dokunduruyordu. Ben gözlerimi onlardan çekmezken, Sevda parmaklarını Aras'ın dudaklarına değdirdi. O sırada Aras'ın bakışları beni buldu. Kafamı olumsuz anlamda iki yanıma sallayıp hızla masadan kalktım.
Ekin'i orada bırakmıştım ama beni anlayacağını düşünüyordum. Bakışlarımı Aras'ların oturduğu masaya çevirmeden bahçeye çıktım. Aras'ın arkamdan geldiğine o kadar emindim ki...
Sabah ki gibi, okulun arkasına doğru yürümeye başladım. Arkaya doğru yürüyüp durdum ve arkamı döndüm. Tahmin ettiğim gibi, Aras arkamdan gelmişti.
"Güneş-" Elimi öne uzatıp durdurdum. "Sus. Konuşma sırası bende." Derin birkaç nefes verdim. "Benimle dalga mı geçiyorsun? Sabah ki tavrından sonra, bana karışma çabandan sonra, bu gördüğüm manzara hiç hoş değildi. Sen pek umursamıyor olabilirsin, ama ben bunu kabul etmiyorum. Başka bir bedene dokunmama izin vermiyorsun, ama sen dokunmaktan hiç çekinmiyorsun!"
Gözlerini büyütüp baktı birkaç saniye. "Ben mi dokunuyorum?"
"Her ne boksa!" diye bağırdım kendimi tutamayarak. Arkamı dönüp kafamı gökyüzüne doğru kaldırdım ve birkaç saniye sakinleşmeyi bekledim. Arkama dönmeme izin vermeden iki kol belime sarıldı. "Bak bebeğim," diye fısıldadı kulağıma.
"Senden başkası bana dokunduğunda hiçbir şey hissetmiyorum. Benim için zerre kadar önemi yok. Sadece senin dokunduğun yerler... alev alıyor. Nefessiz kalıyorum, hiç bitmesin istiyorum. Şimdi diyorum, şimdi bu kollar arasında öleyim. Dünyanın en mutlu adamı olarak öleyim."
Ne diyor bu adam Güneş... İç sesim beni iyi anlıyordu...
İçimdeki garip dürtü tüm vücuduma yayılırken gülümsedim. Kalp atışlarım hızlandı, düşünceler beynimi işgal etti... daha çok gülümsedim. Normal bir gülümseme değildi bu, içinde o kadar çok anlam barındırıyordu ki... kabullenemediğim tüm düşünceleri bu gülümsememe sığdırmıştım.
Kollarını belimden çekip beni kendine döndürdü. "Lütfen anlamsız kıskançlıklarının aramıza duvar örmesine izin verme."
"Kıskançlıklarım?" Gülümseyip başını salladı. "Sen varya," dedi gözlerindeki parıltıyla. "Bana deli gibi aşık olacaksın."
Nefesim ciğerlerimde sıkışmıştı... Hiç bu kadar... ne denir? Hiç bu kadar duyguyu aynı anda yaşamamıştım. Kafamı geriye doğru çekip hafif sağa doğru yatırdım. Yüzümü yine o gülümseme kaplamıştı. "Çok beklersin."
Ellerimi avuçları arasına aldı. "Bekleyeceğim." Bakışlarımı kaçırdım. "Yanındayken bile nasıl özleyebiliyorum seni?" Gözlerim yine onu buldu. Sertçe yutkundum. "Çünkü hala bana tam olarak ulaşamadın." Başını salladı. Dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. "Aynen öyle."
Ellerimi avuçları arasından alıp belime koydum ve derin bir nefes verdim. "Bu gece, 9'da."
"Ne?"
"Evin önünde bekle beni. Seni dışarı çıkarmak istiyorum."
Pekala...
"Ya gelmezsem?"
"Sırtlayıp götürürüm. Kendi isteğinle gelmen yararına olur, ama sen bilirsin tabi." Başımı salladım. "Peki madem, anlaştık." Bir süre daha sessizce birbirimize baktık. Boğazımı temizleyip konuştum. "Okula girsek iyi olacak." Cevabını beklemeden önden yürümeye başladım.
* * *
Günün tüm yorgunluğuyla kapıyı açıp içeri girdim. Hemen merdivenlere yönelip odama çıktım ve üstümü değiştirdim.Aşağı inip mutfağa girdim. Berk buradaydı. Yemek masasında oturmuş, bir elinde telefon, diğer elinde çubuk kraker vardı. Masanın üzerinde bitmiş çubuk kraker ambalajları vardı. Bir sürü...
"Yine mi çubuk kraker?" dedim karşısındaki sandalyeyi çekerek. "Zulaladım bile." Berk tam bir çubuk kraker hastasıydı. Depresif takıldığı zamanlarda normalden daha fazla yerdi. "Atalay nerede?"
"Birkaç arkadaşıyla görüşmesi gerekiyormuş. Ne zaman gelir bilmiyorum." dedi kafasını telefondan kaldırmayarak.
Telefonumu çıkarıp saate baktım. 16:20 idi. Telefonu cebime geri koyarken çalmasıyla ekrana baktım. "Efendim Ekin?" dedim arkama yaslanarak. "Naber Güneş'im?"
"İyilik, senden?"
"İyi bende. Kapıdayım açsana."
"Bir şey mi oldu?" dedim kapıya doğru giderken. "Aç sen." telefonu kapatıp cebime koydum ve kapıyı açtım.
"Selam bebek!" dedi Ekin neşeyle içeri girerken. "Noluyor?"
"Bir soluklanayım, anlatacağım merak etme." Kapıyı kapattım. Ekin bana bakarak gülüyordu.
"Bugün Atalay bana çarptı."
- - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kısa ama güzel bir bölüm oldu güzellerim... şunu sormak istiyorum;
Sizce Ekin ve Atalay olacaklar mı?Bir dahaki bölüme kadar güzel kalın, oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Ruhlar (1)
Teen FictionBedenimi kendine çekti. Geriye kaçamıyordum, hapsolmuştum. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. İliklerime kadar hissettim korkuyu. Titredim, içim çıkana kadar ağlamak istedim. Hareket etsem beni öldürecekti. Nefes bile alamadım. "Ne istiyorsun?" Sesime korku...