Aşk bu! Kime, nasıl, nerede zuhur edeceği bilinmez.
Nuri PakdilŞİMDİKİ ZAMAN
"Peki ben böyle olmayı neden hak ettim? Neden duyamıyorum sesini? Niye duymuyor bu lanet kulaklar? Neden hep hor görüldüm? Neden hep aşağılandım? Neden hep benimle alay ettiler? Neden babam beni istemedi. Neden duyamadığım için bana vururken kulaklarıma ve ağzıma vurdu? Ben bunları hak edecek ne yaptım? Tanrı veya Allah gerçekten varsa söyle o zaman ben bunları neden hak ettim."
Telefonuma gelen mesajla öyle kalakalmıştım. Gözlerimin dolmasına engel olmadan. Onun bir zaman önce verdiği montta cebinden çıkan kağıt parçasında yazıdan, ne kadar acı çektiğini anlamıştım. Zor bir imtihandı. Düşünmesi bile zor. Arkamı ona doğru döndüğümde, hızlıca yüzündeki yaşları koluyla silip bana baktı. Ondan gözlerimi çekip, şu cümleleri yazdım.
"Her şeyin sahibi Allah'tır. Ben ona neden bana üç ayak vermedin diyemem. Çünkü sahibi o, ben değil. Ben karışamam. Benim dinimde şehitlik makamı denen yüksek bir makam var. Allah için can vermek. O Allah için canını verdi, yüksek mertebeye gitti. Öyle bir şey ki candan bahsediyoruz. O makamı görenler hatta şunu diyeceklermiş. 'Keşke Allah bize de harp meydanında şehâdet nasip etseydi!' Cenâb-ı Allah, bazen insanın ayağını alır; onun karşılığında ahirette pek çok şey verir. Benim dinimde senin gibi eksik olarak doğduğunu düşünen insanlar, ahirette bizde bir sıfır daha öndedir. Burası dünya cennet değil. Sınavdayız, kazanmakta bizim elimizde kaybetmekte. Yaptıkların ve yapacakların senin elinde, yanlış düşüncede ve yoldasın Samuel."
İçimden gelen hızlıca cümleleri yazdıktan sonra arkamı dönüp ilerlemeye başladım. Fazla bir bilgim olmadığı için ona afili şeyler yazmak yerine içimden geçenleri yazdım. Yazdıklarım onu biraz olsun rahatlatır mı bilmiyorum. Yazdıklarım ne kadar doğru onu da bilmiyorum. Tek bildiğim şey Rabbim'in adaletli olması. Ve bize doğruyu yanlışı ayırt edebilmemiz için akıl vermesiydi.
Arkamdan hızla gelen ayak sesleri onun bana doğru geldiğini söylüyordu. Ama ben durmayıp tekrar yoluma devam ettim. O ise benim önüme geçip durmam için ellerini bana doğru uzattı. Ela ile kahverengi arasında bir türlü ayırt edemediğim gözlerini bana dikince bakışlarımı başka tarafa çektim. Kafamı 'Ne?' dercesine salladım. O ise eliyle, elimdeki telefonu gösterdi.
"Ne yapacaksın telefonu..." demeden eliyle kaptı.
"Versene telefonumu!" diye bağırsam da o dikkatini telefonuma vermiş, yine bir haltlar karıştırıyordu. Yeterince bugün istemesem de şartlar gereği yakınlık kurmuştum. Daha fazla kurmak istemiyordum. Telefonumu uzatınca hızla ondan aldım. Ekranı açtığımda önce ki gibi şifre koymamıştı. Aklıma gelen dürtüyle mesaj kısmına girdim. Mesajlarımı silmişti! Onları ben kanıt olarak kullanmayı düşünürken hem de!
"Ben seni!" diye bağırmadan, bana doğru gülerek hızlıca yanımdan toz oldu. Ormanlığın içerisine girerek kayboldu. Sinirli, öfkeli bir tutam da hüzün birikmiş Sare bırakarak gitmişti yine...
GÜNLÜK
AcıGünler haftaları, haftalar ise koca bir ayı tamamladı. Burada çok bir şey yapmadığımız için yazacak pek bir şey bulamadım kendime, yanlış şeyler yazmak istemedim. Yazınca kendimi daha iyi gördüğüm için içimi görmek istemedim.
Bizim gibi insanların arasında bir şeyler yapmak çok güzel bir duyguydu. Ama içimde ki burukluğu ve mektubu unutamıyordum. Kaçtıkça beni daha çok sıkıştırıyordu. Ben nasıl böyle bir şey bulaşmıştım. Ne demişti kadın, 'İnsan aslalarının kölesi olur.' Asla dediğim şeyi içimde yaşıyordum. Olması imkansız birisine gitmişti gönlüm. Neden onu sevdi bilmiyorum. Neden ona bu kadar tutuldu yine bilmiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı Motif
SpiritualAsker ve şifacının saklanmış hikayesi Karanlığın mahzenine hapsedilmiş ruh, bir çiçek ile güneşe bakabilir. ... Bir günlük içerisine gizlenmiş hayat hikayesiydi onların ki. Farklı dünyaların insanlarıydı onlar. 'Asla' kelimesi onlara verilmiş bir ad...