Acısız yaşamayı çok isterdim.Günlük yaşamın gerektirdiği amaçları dert edinebilmeyi, öylece para kazanabilmeyi ve özellikle bilgisiz olmayı gerçekten çok isterdim.
Hayatta öğrendikleriniz ve bildikleriniz artmaya başladıkça yükünüz artıyordu. Altında ezilecekmişçesine sizi yere bastırıyordu. Teninizde ıstırap dolaşıyordu ama yine de öğrenmekten ve yeni şeyleri bilmekten vazgeçemiyordunuz.
Bu acılı bir tutkuydu.
Ben hayatım hakkında öğrenmek için can attığım her saniyeden sonra gerçeklerin altında daha çok ezilmeye devam ediyordum ama yine de ayakta kalmak ve daha fazlasını öğrenmek için uğraşıyordum. İnsan benliği bundan ibaretti işte. Saf acıya giden saf bilgelik yolunda verilen amansız bir savaş. Beyni dolup belki de patlayana kadar bilgilere açık olma ve sırları çözme.
Bu dünyada ne kadar çok sır olduğunu hiç düşündünüz mü? Milyarlarca insanın kendi benliklerinin derinlerinde sakladığı onca sırrı bir düşünün. İçinizde bir merak uyandı değil mi? İnkâr etmeyin. Her bir sırrı bilmek istediniz. Saklı kapıların ardından dinlemek istediniz. Ve bunu öyle bir istediniz ki bu sırrın sizi öldürebilecek olmasının çokta önemi kalmadı gözünüzde.
Tüm bu gerçekler arasında işte bende her ne kadar can atsam da bir şeyler öğrenebilmek için, sonunda acıyla doluyordum. Gerçeği ve geleceği hissedebileceğimi söylemişti o adam. Fakat şu an hissettiğim tek şey acıydı ve bunun gelecek olmaması için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırdım.
Fakat hayat karanlıkların içerisine saklanıp yok olmayı dileyecek kadar da uzunda değildi. Hayatı kısa sürede elinden alınan her bir insan nasıl birkaç dakika daha göğe bakmayı arzuladıysa sadece onların anısı ve umutları için kafamızı kaldırıp gökyüzüne bakmalı ve gördüğümüz ilk buluta tutunmalıydık.
Kanımda ki iyi ve kötü zihnime hücum eden onlarca hisle birlikte beni sonsuz bir savaşa sokmuşken bedenimin yapabildiği tek şey öylece dışarıyı izlemekten ibaretti. Elimde ki bardağın artık farkında bile değildim ve tam olarak dökülmek üzereyken biri onu yakalayıp elimden çektiğinde istemsizce irkildim.
"Hamile biri olarak bunu içmemen lazım."
Tabii ki Russell'dı. Acımı kontrol etmeye gelmiş olmalıydı.
"Bazen beni dinlendirdiğini düşünüyorum ama galiba hiçbir şey dinlenebilmem için işe yaramıyor."
Söylediklerimin pekte bir anlamı yoktu. Aslında o bardakta ki alkolden tek bir yudum bile almamıştım ama öylesine bir şeyler gevelemek istemiştim sadece.
"Acı çektiğini biliyorum." Dedi Russell öne eğilerek. O an bakışlarım yüzünde ki detaylara takıldı. Mavi gözleri ve beyaza çalan saçları. Sanki yüzünde ki tüm mimikler bir ameliyatla alınmış gibiydi ama yine de duygularını okuyabiliyordunuz. Gözlerinin çok arkasında ki duyguları okuyabilmek için ne kadar bakmanız gerekiyordu bilmiyorum ama bir yerden sonra sanki boğuluyormuş gibi hissedebilmeniz mümkündü.
"Gerçekten mi?" dedim alaycı bir şekilde arkama yaslanırken. "O kadar belli oluyor mu?"
Bir hayat hikâyesi ya da nasihat dinlemeye halim yoktu. Zaten onunda bunu anlatacağını sanmıyordum.
"Yaptıklarını değiştirip daha iyi hissetmeni sağlayamam ama sana iyi bir haber verebilirim." Dedi alaycı tavrıma kayıtsız kalıp ciddiyetini korumaya devam ederken. Cümlesine devam etmesini belirtmek için uçağın camında ki bakışlarımı ona çevirdim.
"Hermes seni bekliyor. Uyandığının haberini aldım az önce. Daha iyi. Daha iyi olacaksınız."
Hislerim kesinlikle birbirlerine karşı amansız bir savaşa girmişlerdi ve şu an ne hissedeceğimi bile bilemeden öylece bakmaya devam ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARUS- Kraliyetin Şifresi
AcciónHera. Bu adı kim veya neden ona vermişti bilmiyordu. Hatta bu ismi ona veren neyi oluyordu onu da bilmiyordu. Tek bildiği Zeus'u öldürdüğü. Fakat öldürmediğiydi. Sarus'a giden yolda adımlarken binlerce efsanenin içersin de sadece biri olduğunu...