-İtalya'da-

286 208 57
                                    




Bu soruyu kendime bir günde belki de milyonlarca kez sorduğumun farkındaydım.

Gerçekten ben kimdim?

Çünkü geleceğimin amaçlarını bu belirliyordu. Kim olduğum. Kimden olduğum ve daha da kim olacağım. Fakat her sorumun karşılığı cevapsız bir şekilde kalıyor ve hatta üstüne yeni sorularda ekleniyordu.

Nikolai Petrov kimdi? Benim gerçekten babam mıydı? Yaşıyor muydu?

Gecenin kör karanlığında oturduğum çimlerin üstünde sıkkın bir şekilde yüzümü ovuşturdum. Dipsiz bir kuyu içinde debelenen, çıkma ihtimali olmadığını bildiği halde hala göğü izleyen çaresiz biri gibi hissediyordum kendimi.

Sonunda soğuk havayı umursamadan kendimi yarı ıslak çimlerin üzerine bıraktım. İçimde susturduğum seslerin geceye karışmasına izin verdim.

"Sence adın ne olmalı?" dedim bir elimle karnımı tutarken. Kendi kendime konuştuğumun farkındaydım ve bu muhtemelen dünya da yapacağım son şey olurdu ama bir şeyleri içimde tutmak artık çok zor geliyordu.

Hem bebeğimle yeterince vakit geçiremiyorduk.

"Hayatında bu kadar sır olmayacağına yemin edebilirim." Diye mırıldandım onu sevmeye devam ederken. "Kim olduğunu ve ailenin nasıl olduğunu bilmen için elimden gelen her şeyi yapacağım. Dahası, ne var biliyor musun? Sen gelene kadar tüm sırları çözmüş olacağım."

Derin bir nefes alarak gökyüzüne doğru üfledim.

Herakles.

Eğer tabii ki erkek olursa. Hem benden bir parça gibiydi hem de tanrılar dünyası ile ölümlüler dünyası arasında ki kapının yegâne simgesi haline gelmiş bir isimdi. Biraz daha düşündükten sonra bu sefer sesli bir şekilde tekrarladım.

"Evet. Senin adın Herakles olmalı. Ama bu şimdilik aramızda bir sır olarak kalacak."

Hala o kadar çok endişem vardı ki olanları kontrol edememe duygusu içimde sadece korkuyu uyandırıyordu. Ona bir isim verebilirdim ve onun için amaçlarda koyabilirdim hayatıma ama hala onu tamamen hayatta tutabilecek miydim, bilmiyordum.

Esen serin ayaz beni yavaşça üşütmeye başladığında umursamadım. Muhteşem aile toplantımızın (!) üzerinden 2 gün geçse de sanki o gecenin alevi hala içimdeydi.

Alessia ölmüştü. Daha doğrusu bildiği tüm sırlarla birlikte öldürülmüştü. Ve Frederic Petrov. Düşmanım olmuştu. Kızı için. Sanki ben kızı değilmişim gibi.

Aile muhabbetimiz tüm heyecanıyla devam ederken Asteria'nın ekibi uzun süreli kaybın farkına vararak harekete geçmişti. Büyük bir ordu üzerimize doğru gelirken her ne kadar öfkeli olsam da onları bırakmak zorunda kalmıştım. Çünkü daha güçlü bir şekilde benim olanı, bana kalanı almak için gelecektim.

Zihnimdeki sorular kararlarımı bulandırsa da doğru olanı yapmama hiçbir şey engel olamayacaktı. Alessia De Luca gerçeklerin beni öldüreceğini söylemişti ama gariptir ki gerçekler benden önce onu öldürmüştü.

"Bu sağlıklı değil. Biliyorsun." Diyerek gecenin içinde sakin bir ses geldi kulağıma doğru. Aslında şu an bu sesin sahibinin yakasına yapışarak cevapları almak için ona işkence bile edebilirdim ama öfke sadece beni bitiren bir şeydi. Somut hamlelere dönüşmediği sürece öfke beni içten içe yakan tek şeydi.

"Senin de buradan gitmek gerek. Sende biliyorsun. Senin içinde benim içinde asıl sağlıklı olmayan şey bu."

Ah Russell. Ya da adını her neyse o kişi. Bazen beyninin içine girerek onun hayatını yaşamak istiyordum.  Bir yerlerde kendimi bulacağımdan o kadar emindim çünkü.

SARUS- Kraliyetin ŞifresiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin