Gecenin karanlığı her zaman en güzel savunma ve korunma yöntemiydi bizim için. Işıkların güzelliğini izlemek yerine karanlığın kollarına koşmak ve hayatımızın endişesiyle uçsuz bucaksız yollarda yürümek, yürüyebilmek ve çoğu zamanda savaşmak hayatımızın aslıydı. Kendisiydi.Her ne kadar deniz manzaralı evlerde otursak da, her ne kadar imparatorluklar kursak da benim için savaş gizlenmek demekti. Yalnız bir duvara sırtını yaslamak demekti. Görünmek değil de yok olmak demekti.
Kısacası bu hayat ben demek değildi. Ben olmak için uğraşsa da bu hayatın bir gün başıma yıkılacağını biliyordum. Umudum o gün bu yıkıntının beni de boğmamasıydı.
Hermes. O bir askerden çok bu hayatın insanıydı. Onun kanında bu vardı. Zenginlik. Güç. Emirler. Benim gibi gölgelerde kalmak değil büyük adımlar atmak istiyordu. Tüm ailem gizlenmiş ve saklanmış bir hayat sürmüşken benim bunu yapabilmem oldukça imkânsızdı.
Gecenin belirsiz bir saatinde, sakin bir sokağın gizli bir köşesinde beklerken aklıma gelenler farklı şeyler değildi. Düşüneceğim şeyler eksilmek yerine sürekli artıyordu. Hayatımda koruyacak insanlar arttıkça ben artık kendimi düşünmekten uzaklaşıyordum. Yanımda ki onlarca kişi omuzlarımdan yükü hafifletmek için olanca gücüyle benimle uğraşsa da zihnimdeki karmaşayı susturabilecek kimse yoktu. Benden başka.
"Stefan yolda."
Kulağımın içinde cızırdayan ses beni gerçek dünyaya geri getirmişti. Bu sakin sokaklar Milano sokaklarıydı ve saat 4'ü biraz geçiyordu. Geçen hafta planladığımız gibi Sarus'un içinde ki bağlantımızla -ki gariptir benim adamlarımdan da biri sayılırdı- görüşecektik.
Stefan Lorenz. Lorenz ailesinin tek varisi olmasına rağmen babasının dünyanın en tehlikeli örgütlerine yerleştirdiği biricik oğlu. Lorenz ailesi hakkında hala pek bir şey bilemesek de anlatılan ve bize sunulan her şey bir perde hissiyatı veriyordu. Sanki Lorenz ailesinin arkasında bakmak istesem bambaşka şeyler görecektik.
Şüphe bizi ayakta tutan şeydi. Tetikte olmak ve kendimizi savunmak en ilkel duygumuzdu. Ve ben bu duyguya sarılmayı gün geçtikte daha çok öğreniyordum. Çünkü kendi adamlarım, yanımda çalışan insanlar bambaşka bir isimle karşıma dikilmeye devam ediyorlardı.
"Merhaba Binbaşım."
Kaldırımın birkaç adım ilerisinden gelen tanıdık sesle birlikte başımı hızla ona doğru çevirdim. Javier. Stefan Lorenz. Her kimse gerçekten sıkı bir askerdi.
"Sana nasıl sesleneceğime bir türlü emin olamıyorum." Dedim gülümseyerek. Karmaşanın suçlusu o değildi. O sadece canını ortaya koyan ve bize yardımcı olmak için elinden geleni yapan bir askerdi. Fakat Russell ve Karl'dan çıkan kararlar beni şaşırtmaya devam ediyordu.
"Sizinle gerçekten tanışmak her zaman hayalimdi." Dedi kollarını beklenmedik bir şekilde bana sararken. Gerçekten beklenmedikti. Neredeyse beni özlediğini bile düşünebilirdim.
"Seni yeniden görmek güzel." Diyerek sarılmasına karşılık verdim. Bu bir minnet göstergesiydi aslında. Onun samimiyetine inanıyordum.
Güvenli evin etrafında ki birçok sokağa konuşlanan adamlarımızdan hala bir ses çıkmadığına göre her şey yolunda gidiyor demekti. Bir gün yolda kitap okuyan bir adam görürseniz ya da sadece müzik dinleyen bir kadın... Aslında tahmin ettiğiniz kişiler olmayabilir. Bir asker, görevde ki bir casus, haber vermek için bekleyen bir komutan olabilir. İşte şimdi sokaklar böyle insanlarla doluydu. Bizim adamlarımızla.
"Bir güncelleme yoksa eve doğru ilerliyorum." Dedim genel kanalda yayın geçerek. Beklenmedik birileri geçtiğinde ya da bir hareketlilik olduğunda güvenli evin ifşa olmadığından emin olmak için adresimizi hiç belli etmeden kaçacaktık. Çünkü güvenli evler kolay oluşturulmuyordu. Satın alırken kullanılan paravan şirketler, eşyaların düzenlenmesinde sahte faturalar ve daha nice ince detay söz konusuydu. Hiçbir işaret bizim adımızı göstermemeliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARUS- Kraliyetin Şifresi
ActionHera. Bu adı kim veya neden ona vermişti bilmiyordu. Hatta bu ismi ona veren neyi oluyordu onu da bilmiyordu. Tek bildiği Zeus'u öldürdüğü. Fakat öldürmediğiydi. Sarus'a giden yolda adımlarken binlerce efsanenin içersin de sadece biri olduğunu...