8

2.9K 292 99
                                    


“Umarım bere takıyorsundur.” Taemin’in ilk cümlesi bu oldu.
Gülmeye başladım. Aradı! Taemin aradı!

“Henüz değil.” Küçücük odamda volta atmaya başladım.

“Ama istersen hemen gidip senin için bir tane alayım. Üzerine de isminin yazılı olduğu bir kağıt tutturayım. Böylece isim etiketin yerine onu takabilirsin.”

“Ben bere takamam ki.” Sesinden sırıttığını anlayabiliyordum. “Kimse bere takamaz. Sen bile.”

Jeon hala yatağımda yatıyordu. Beni izlemek için başını kaldırdı. Gülümseyerek dizüstü bilgisayarımdaki resmi gösterdim ve ağzımı kıpırdatarak sessiz bir şekilde Taemin dedim.

Jeon başını salladı.  “Favoriler. Ah,” dedi ağzını kıpırdatarak.

“Dün kardeşin buraya geldi.” Taemin Sungwoon’dan bahsederken hep bu ifadeyi kullanırdı. Aynı incelikte ve aynı boydaydık; onunkisi sarı benimkisi de kahverengi olmasına rağmen ikimizin de düz uzun saçları vardı. Birlikte deli gibi zaman geçiren insanlar gibi biz de aynı şekilde konuşurduk. Gerçi o hep daha farklı kelimeler kullanırdı. Bateri çaldığı için onun kolları biraz kaslıydı. Yani, o da benim gibiydi ama benden daha güzel, daha zeki ve daha yetenekliydi.

“Baterist olduğunu bilmiyordum,” dedi. “Güzel çalabiliyor mu peki?”

“Bu alanda en iyisidir.”

“Bunu, arkadaşın olduğu için mi yoksa gerçekten iyi olduğu için mi söylüyorsun?”

“Bu alanda en iyisidir,” diye tekrar ettim. Gözümün ucuyla Jeon’un gardırobumun üzerindeki saate baktığını gördüm.

“Bizim baterist grubu bıraktı. Bizimle çalmak ister mi, sence?”

Taemin geçen yaz bir grup kurmuştu. Pek çok grup üyesi ayrıldı, şarkı sözleri üzerine tartışmalar ortaya çıktı ama daha hiç konser veremediler. Bu da, çok kötü bir durumdu. Ama Taemin’in gitarıyla çok güzel göründüğüne emindim.

“Aslında,” dedim. “Bana ister gibi geliyor. Lanet olası perküsyon eğitmeni grup liderliğine onu seçmedi, bu yüzden öfkesini atmaya ihtiyacı var.”

Ona Sungwoon’un numarasını verdim. Jeon kolundaki hayali saate bakarken Taemin numarayı tekrar etti. Saat daha dokuzdu ve Jeon’un bu acelesi neydi, anlayamamıştım. Ben bile bu saatin Paris için erken olduğunu biliyordum. Oldukça sesli bir şekilde boğazını temizledi.

“Ya, çok üzgünüm. Ama kapatmak zorundayım,” dedim.

“Senin yanında birisi mi var?”

“Aa, evet. Arkadaşım. Bu akşam beni dışarı çıkaracak.”

"Erkek mi?”

“Sadece arkadaşım.” Jeon’a döndüm. “Onun zaten bir erkek arkadaşı var.” Gözlerimi kapattım. Bunu söylemeli miydim?

“Yani bizi unutmadın? Demek istediğim...” Biraz yavaşladı. “Yani birkaç Fransız uğruna bizi unutacak ve bir daha buraya dönmeyecek misin?”

Kalbim hızla çarpmaya başladı. “Tabii ki hayır. Noel’de geleceğim.”

“Güzel. Tamam, Jimin. İşimin başına geri dönmeliyim. Hea kapıda olmadığımı görünce muhtemelen deliye dönmüştür. Ciao.” “Aslında,” dedim. “O, İtalyanca’da ‘güle güle’ demek. Fransızca’sı au revoir.”

“Her neyse.” Güldü ve telefonu kapattı.

Jeon yatakta doğruldu. “Kıskanç bir erkek arkadaş, ha?”

Love In Paris, JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin