11

2.3K 266 88
                                    


“Bana beş euro borçlusun,” dedim. Yoongi gülümsedi. “Sinema biletini ben alacağım.”

En azından Yoongi ile aynı gruptaydık. Hoseok listesini herkese bölüştürmüştü; böylece Yoongi ile ikimiz tek başımıza dışarı çıkmıştık. Bu hafta çok da kötü geçmeyecekti. Yoongi sayesinde, kredi kazanabilirdim. Her iki maddeyi o bulsa da bir adamın heykelinin ve sokakta futbol oynayan çocukların resimlerini çekmeme izin verdi.

Taehyung’a yaptıklarımızı anlatırken “Futbolu çok özledim,” diyerek dudak büktü. Saçının her daim canlı gözüken kıvırcıkları bile bu akşam yorgun ve kötü duruyordu.

Hafif bir rüzgar esince ceketlerimize daha da sıkı sarındık. Paris sonbaharı yaşamaya hazırlanırken dökülen yapraklar, bastıkça çıtır çıtır ses çıkarıyordu. Namjoon, elini Yoongi’nin omzuna atarken “Katılabileceğin bir lig ya da onun gibi bir şeyler yok mu?” diye sordu. Taehyung dikkatle onu inceliyordu. “Buralarda futbol oynayan pek çok kişi görüyorum ben.”

Bir ıslık sesi duyuldu. Tae ile benim arama pat diye dağınık saçlı, tanıdık bir kafa girince ikimiz de çok korktuk.
Tae “İnanmıyorum!” dedi. “Neredeyse kalp krizi geçirecektim. Ne işin var senin burada?”

Jeon “Sinemaya değil mi?”

Yoongi “Jin ile planınız yok muydu sizin?” diye sordu.

“Davet edilmiyor muyum yani?” Taehyung ile aramızdan yürümeye başladı.

Tae “Tabii ki davet ediyoruz,” dedi.
“Sadece senin meşgul olduğunu düşünmüştük.”

Yoongi “Sen her zaman meşgulsün zaten.”

“Ben her zaman meşgul değilim.”

“Öylesin,” dedi. “Ve tuhaf olan şey ne, biliyor musun? Bu yıl Jin’i gören tek kişi Tae. Artık bizimle görüşmeyecek kadar iyi olduğunu mu düşünüyor?”

“Aa, saçmalamayın. Yeniden mi başlıyoruz?”

Omuzlarını silkti. “Ben sadece sordum.”

Jeon başım iki yana salladı, ama Yoongi’nin söylediklerini inkar etmemesi de hiçbirimizin gözünden kaçmadı. Jin çok insancıl olabilirdi ama artık Paris Amerikan Okulu’ndaki arkadaşlarına ihtiyaç duymadığı da çok açık bir gerçekti. Ben bile bu gerçeği görebiliyordum.

“Siz ikiniz her gece ne yapıyorsunuz?” diye ağzımdan kaçırıverdim.

“Düzüşüyorlar,” dedi Yoongi. “Bizi ekiyor sonra gidip onunla düzüşüyor.”

Jeon’un yüzü kıpkırmızı oldu. “Benimle aynı katta kalan o aptal üçüncü sınıflar kadar kabasın, Yoongi. Adı Dave mi her neyse o ve Mike gibi. Tanrım, ikisi de yalnızca iki koca götten ibaretler.”

Namjoon “Sözlerine dikkat et, Jeon,” dedi. Namjoon’un rahat hallerinin de bir sınırı vardı.

Yoongi, Jeon’un karşısına geçti ve “Sen bana göt mü diyorsun şimdi?”

“Hayır, ama hemen geri çekilmezsen diyebilirim.”

O kadar gergindiler ki bir belgeselde boynuzlarını birbirine vuracak iki geyik gibi duruyorlardı. Namjoon, Yoongi’yi geri çekmeye çalışıyor ama Yoongi ondan kurtulmayı başarıyordu. “Tanrım, Jeon, bütün bir gün hepimizle can ciğer kuzu sarması oluyorsun sonra da akşam olunca bizi başından atıp defoluyorsun! Her defasında sanki hiçbir şey olmamış gibi bizim yanımıza gelemezsin!”

Tae araya girmeye çalıştı. “Hey, hey, hey.

“Zaten hiçbir şey olduğu yok. Senin derdin ne?”

Love In Paris, JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin