23

2.2K 258 287
                                    

Arabam bozulmuş. Ben gittikten sonra, annem onu yalınızca üç defa çalıştırdığı için bir dükkanda tamir ediliyormuş. Arabam belki kırmızı bir hurda yığını olabilirdi, ama benim kırmızı hurda yığınımdı. Sinema salonunda patlamış mısır satarak kazandığım parayla almıştım ben o arabayı.

Konsere annemin aranasıyla gitme konusunda söylenmeye başlayınca annem “Neden arkadaşlarınla birlikte gitmiyorsun?” diye sordu.

“Çünkü Sungwoon ve Taemin erkenden orada olacak. Gidip ekipmanları kurmaları gerek.” Kaptan Jack, hint domuzlarına verilen yemler için vik vik vik diye sesler çıkarmaya başlayınca, kafesin içine turuncu bir tablet atıp kulaklarının arkasındaki tüyleri okşadım.

“Kai, seni götüremez mi?”

Onunla aylardır konuşmuyordum. Sanıyorum bu gece o da geliyordu, e tabii Jennie de. Yok, ben almayayım.

“Kai’yi aramayacağım.”

“Pekala, Jimin. Ya Kai ya da arabam. Başka bir seçeneğin yok.”

Eski sevgilimi tercih ettim. Eskiden iyi arkadaştık bu nedenle onu görmek istiyordum aslında. Hem belki Jennie de hatırladığım kadar kötü biri değildir artık. Ama öyleydi. Çok kötü biriydi. Onunla yalnızca beş dakika birlikte zaman geçirdikten sonra, Sungwoon’un nasıl onunla her gün öğle yemeği yemeye tahammül ettiğini anlayamamıştım.

Arabada arkasına döndüğünde saçları vitamin açısından zenginleştirilmiş şampuan reklamlarındaki gibi savruldu. “Paris’teki çocuklar nasıl?” diye sordu.

Omuzlarımı silkip “Parisli, işte,” dedim.

“Ha ha. Çok komiksin.”

Cansız gülüşü onun özelliklerinden biriydi. Kai bu kızda ne buluyordu ki?

“Özel biri yok mu?” Kai dikiz aynasından bana bakıp gülümsedi. Neden olduğunu bilmiyordum ama gözlerinin kahverengi olduğunu unutmuştum. Bu gözler nasıl oluyorduda bir insanı sıradan yaparken diğerini mükemmel kılıyordu?

Aynı şey kahverengi saçlar için de geçerliydi. Şöyle bir bakınca, Jeon ve Kai birbirine benziyordu: Gözler: Kahverengi. Saç: Kahverengi. Yalnızca boy olarak aralarında bir fark vardı. Ama yine de onları karşılaştırmak iyi bir Mr. Goodbar çikolatası ve herhangi bir çikolatayı karşılaştırmak gibiydi.

Hemen Kai ve kız arkadaşını düşünüp “Pek sayılmaz,” dedim.

Jennie, koroda yaşanan bir olayı anlatmaya başlayarak benim hiçbir fikir sahibi olmadığım ve dolayısıyla araya giremeyeceğim bir yere sürükledi konuşmayı. Kai ve Jeon arasında kıyaslama yapmaya çalışırken aklım birden Sungwoon ve Taemin’e takıldı. Acaba Sungwoon hiç değişmiş miydi?

Acaba Taemin ve ben kaldığımız yerden başlayabilecek miydik?
Bu gerçek şimdi aklıma dank etmişti. Taemin’i görmeme çok az kalmıştı.
En son birlikte olduğumuzda öpüşmüştük. Elimde olmadan tekrar birleşeceğimiz anların hayalini kuruyordum. Taemin beni kalabalığın içinde bulacak ve gözlerini benden alamayıp bana şarkılar armağan edecekti. Sonra onunla kuliste buluşacaktık. Karanlık köşelerde öpüşecektik. Hatta bütün bir tatili Taemin ile sevişerek geçirebilirdim. Kulübe gelmeden önce karnımdaki kelebekler hareketlenmeye başlamıştı yine.

Kai kapımı açtıktan sonra, konserin verileceği mekanın bir kulüp olmadığını anladım. Burası daha çok bir bowling salonuydu. “Doğru yere mi geldik?”

Jennie başını salladı. “Reşit olmayan en güzel grupların çaldığı yerdir burası,”

“Ah,” Sungwoon konser mekanının bir bowling salonu olacağını söylememişti. Ama önemli değildi. Ayrıca bu reşit olayını da tamamen unutmuştum. Bu olay çok tuhaftı çünkü Fransa’da tüm bunları unutabilecek kadar uzun kalmamıştım. İçeride, konseri izlemek istiyorsak bir bowling şeridi almamız gerektiği söylendi. Bu, aynı zamanda bowling ayakkabıları kiralamak zorunda olduğumuz anlamına da geliyordu. Ah, hayır. Hiçbir kuvvet bana bowling ayakkabısı giydiremezdi. Yüzlerce insan bu ayakkabıları giyiyordu ve bir kez sıkılan Lysol’ün tüm bakterileri öldürebileceğini düşünüyorlardı.
Bense hiç öyle düşünmüyordum.
Adam ayakkabıları yere bırakınca “Tamam,” dedim.

Love In Paris, JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin