22

2.2K 247 81
                                    


Çok gergindim. Sanki zorla eğlence merkezine atılmış gibiydim. Çünkü şimdiye kadar eğlence yerlerinden hep nefret etmiştim. Neden bunu düşünüyordum ki? Neden bu kadar gergin olduğumu bilmiyordum.
Annemi tekrar görecektim. Jihyun’u. Ve tabii Sungwoon’u. Sungwoon beni karşılamaya geleceğini söylemişti. Jeon’un Busan’a aktarma yapacağı uçak üç saat sonra kalkacaktı, bu nedenle terminaller arasında giden trene bindik ve Jeon, gelen yolcu peronlarına kadar bana eşlik etti. Uçaktan indiğimizden beri suskunduk. Sanırım artık yorulmuştuk. Güvenlik noktasına gelince Jeon ile ayrılmak zorunda kaldık. Ulaştırma Güvenlik İdaresi’nin aptalca kuralları işte! Keşke Jeon’u ailemle tanıştırabilseydim. Ondan ayrılıyor olduğum için gergin değildim. Nasılsa iki hafta sonra onu tekrar görecektim.

“Pekala, Mochi. Sanırım, ayrılık vakti geldi.” Sırt çantasının askılarını sıkıca tuttu, ben de aynısını yaptım.
O anda birbirimize sarılmamız gerekiyordu. Nedense yapamadım.
“Annene ‘selamımı’ ilet. Yani, onu tanımıyorum. Ama çok iyi birine benziyor. Umarım iyileşir.”
Belli belirsiz gülümsedi.

"Teşekkürler. Selamını ileteceğim.”

“Beni arayacak mısın?”

“Evet. Ama sen Sungwoon ve adı her neyse o çocukla o kadar meşgul olacaksın ki İngiliz arkadaşın Jeon’u unutacaksın.”

“HA! Demek, İngilizsin,” deyip hafifçe karnına vurdum. Kolumu tuttu ve gülerek itişip kakışmaya başladık. “Ben, herhangi bir ulusa ait değilim,”

Ondan kurtulunca “Ne olursa olsun, az önce ağzından kaçırdın,”

Gri saçlı ve güneş gözlüklü bir adam, kırmızı ekose desenli bavulunu bacağıma çarptı.

“Hey, sen! Özür dile bari!” diye bağırdı Jeon, ama adam onu duyamayacak kadar uzaklaşmıştı bile.
Bacağımı ovalamaya başladım.
“Tamam, iyiyim. Zaten artık gitmeliyim.”

O anda sarılmamız gerekiyordu. Ama neden sarılamıyorduk?

En sonunda, öne doğru bir adım atıp kollarımı boynuna doladım. Jeon çok gergin ve hareketsizdi. Tekrar saçlarını kokladım.

Ah, Tanrım! Sonra ayrıldık. “Bu gece konserde iyi eğlen,” dedi.

“Tamam. Sana da iyi yolculuklar.”

“Teşekkürler.” deyip tırnaklarını yemeye başladı. Sonra güvenlikten geçtim ve yürüyen merdivene binip aşağıya doğru inmeye başladım. Son bir kez arkamı dönüp ona baktım. Bana el sallayabilmek için zıplayıp duruyordu. Kahkahalara boğuldum, onun da yüzünde güller açtı. Yürüyen merdiven aşağı doğru indikçe gözden kayboldu. Zar zor yutkundum ve etrafıma bakındım. Ve sonra... Bir baktım ki oradalar. Annemin ve Jihyun’un yüzünde tıpkı Jeon’unki gibi koskocaman bir gülümseme ifadesi vardı.

* * *

“Sungwoon gelemediği için çok özür diledi.” Annem park yerindeki suratsız kadına parayı ödedi. “Bu akşamki konser için prova yapmaları gerekiyormuş.”

“Tabii. Nasılsa dört aydır görüşmeyen biz değiliz.”

Jihyun arka koltuktan “Sungwoon, bir ROCK YILDIZI,” dedi. Sesinde aşırı bir sevgi ifadesi vardı.

Aha! Havada aşk kokusu vardı.

“Gerçekten mi?”

“Grubunun bir gün televizyona çıkacağını söylüyor, ama öyle sıradan bir kanala değil, uydudan çeken özel kanallara.”

Arkama döndüm. Jihyun çok kendini beğenmiş duruyordu.

“Peki, sen uydudan çeken kanalları falan nerden biliyorsun?”

Love In Paris, JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin