10

2.5K 258 105
                                    


Evet bu çok güzel olmuştu. Çok güzel.
Günler geçtikte Jeon’un erkek arkadaşıyla tanıştığım için memnun olduğumu fark ettim. Aslında yaşadığım şey, rahatlama hissiydi. Tutulmamanız gereken birine karşı hisler beslemeye başlamak kadar kötü olan çok az şey vardı ve hislerimin bu kadar yoğun olmasından da hoşlanmıyordum.

Kesinlikle Irene gibi birisi olmak istemiyordum. Jeon çok insancıldı. Profesörler, popüler öğrenciler, popüler olmayan öğrenciler, yani okuldaki herkes onu çok seviyordu; zaten sevmemeleri için bir neden de yoktu. Zeki, esprili ve kibardı. Evet, çok çekiciydi. Bu kadar çok sevilmesine rağmen, çok fazla insanla takılmıyordu. Yalnızca küçük grubumuzla takılıyordu. En yakın arkadaşı da genellikle Yoongi ile ilgilendiği için Jeon daha çok benimle zaman geçiriyordu.

Dışarı çıktığımız geceden beri Jeon her yemekte benim yanıma oturuyordu. Tenis ayakkabılarımla alay ediyor, en sevdiğim filmlerle ilgili sorular soruyor ve Fransızca fiil çekimlerinde bana yardım ediyordu. Ve beni savunuyordu.

Geçen haftaki Fizik dersinde Irene benim sıramın yanından geçerken burnunu tutarak bana çirkin bir şekilde “La Moufette” diye hitap edince Jeon ona “toz olmasını” söyleyip tüm sınıfın önünde küçük kağıt parçalarını onun saçının içine atmıştı.

Bana söylediği şeyin ne anlama geldiğini daha sonra sözlükten baktım, kokarca demekmiş. Çok yaratıcı!

Ama sonra, ben yine midemdeki şu kelebeklerle uğraşırken Jeon birden ortadan kayboldu. Akşam yemeğinden sonra oturmuş temizlik işçilerinin parlak yeşil üniformalarıyla sokağı temizlemelerini izlerken onun yurttan çıkıp metroya doğru gittiğini gördüm.

Jin’e gidiyordu.

Yurda geldiğinde de genelde çoğu zaman olduğu gibi arkadaşlarımla ders çalışıyordum. Pat diye önüme çıktı. Hayal mi görüyordum yoksa Jeon’un saçı her zamankinden daha mı dağınıktı?

İtiraf etmekte zorlansam da Jeon ve Jin’in bir şeyler yapmış olma fikri bile beni kıskandırmaya yetiyordu. Taemin ile e-mailleşmeye başlamıştık ama e-mailler oldukça dostaneydi. Bu durumun hala benimle ilgilendiği mi yoksa ilgilenmediği mi anlamına geldiğini bilmiyordum, ama öpüşmekle ya da bir şeylerle aynı olmadığını biliyordum.

Jeon ile ilgili hislerimi anlayan tek kişi Tae’idi ama ona da bir şey söyleyemiyordum. Bazen onun beni kıskanabileceğinden korkuyordum. Çünkü öğle yemeklerinde onu bizi izlerken yakalıyordum ve bir peçete uzatmasını istediğim zaman bana ‘kes şunu’ der gibi bakıyordu. Ya da Jeon ödevimin kenarlarına mochi resimleri çizdiği zaman sert ve sessiz biri oluyordu.

Belki de ona iyilik yapıyordum. Jeon’u onun kadar uzun bir süredir tanımadığım için ondan daha güçlüydüm. Jeon onun için hep ‘yasak’ olmuştu. Zavallı Tae. Güzel bir aksan ve mükemmel saçları olan yakışıklı bir erkekle her gün birlikte zaman geçiren herhangi bir erkek için sürekli büyük, acı dolu ve kendisini yiyip bitiren hisler içinde olmak çok kötü olmalıydı.

Gerçi bu benim de yaşadığım şeylerdi.
Ama söylediğim gibi. Aramızda bir şeylerin başlamayacağını bilmek beni rahatlatmıştı. Bu durum, her şeyi daha da kolaylaştırmıştı. Pek çok kişi onun yaptığı esprilere gülmekte ve ona dokunmakta zorlanıyordu. Bense; onunla tartışıyor ve ona sıradan davranıyordum. Onun koluna dokunduğum zaman da onu gerçekten itiyordum. Çünkü arkadaşlar birbirine böyle davranırdı.
Ayrıca aklımda bundan çok daha önemli şeyler vardı: Sinema filmleri. Fransa’ya geleli bir ay olmuştu ve asansörle Eyfel Kulesi'nin en üstüne çıksam da, Zafer Anıtı’nı görmüş olsam da hala sinemaya gitmemiştim.
Aslında, kampüsten dışarıya tek başıma çıkamıyordum. Bu durumdan utanıyordum. Ama bir planım vardı. Öncelikle birini benimle sinemaya gelmesi için ikna edecektim. Bu, çok zor olmamalıydı çünkü herkes sinemayı severdi. Bir dahaki sefere sinemaya giderken rahat olmam için yanımda gelen bu kişinin tüm söylediklerini ve yaptıklarını not alacaktım. Hiç yoktan iyiydi.

Love In Paris, JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin