Jeon parmak uçlarını cebine soktu ve yerdeki kaldırım taşına botlarının ucuyla yavaşça vurdu.
"Güzel, değil mi?"
"Teşekkür ederim," Afallamıştım. "Beni buraya getirmen gerçekten çok hoştu."
"Ahh, ne demek." Her zamanki gibi bütün bir vücudunu kullanarak tam bir Fransız havasında omuzlarını silkip eski kendinden emin haline geri döndü. "Bir yerlerden başlamak zorundasın. Şimdi bir dilek tut."
"Ha?"
Gülümsedi. "Yıldızın üzerine geç ve bir dilek tut."
"Aah, tamam, peki," Yıldızın üzerine geçtiğime göre artık tam dairenin ortasında duruyordum. "Dileğim..."
"İçinden söyle!" Jeon sesli dilek tutmamı engellemek ister gibi önüme atladı ve midemdeki kelebekler tekrar ortaya çıktı. "Dilek tutmakla ilgili hiçbir şey bilmiyor musun? Zaten dilek tutabileceğin çok sınırlı sayıda olay vardır. Yıldız kayması, kirpik, karahindiba..."
"Doğum günü mumları."
Benim söylediğim şeydeki imaya aldırış etmedi. "Kesinlikle. Yani böyle durumlarla karşılaştığın zaman bu fırsatları değerlendirmelisin ve bir hurafeye göre bu yıldızın üzerinde ne dilek tutarsan gerçeğe dönüşürmüş." Duraksadı. "Gerçi duyduğum başka bir hurafe daha var."
"Zehirlenme, vurulma, dövülme ve boğulma gibi olaylar yaşayıp acılı bir ölüm süreci yaşayacağım gibi bir hurafe mi?"
"Boğulma değil, vücut ısısının düşmesi." Jeon bunu söyledikten sonra gülmeye başladı. Harika ve çocuksu bir gülümsemesi vardı. "Ama hayır. Bu yıldızın üzerinde duran kişinin bir gün dönüp dolaşıp tekrar Paris'e geleceğini duymuştum. Ama anladığım kadarıyla burada geçireceğin bir yıl sana bir asır gibi geliyor. Değil mi?"
Gözlerimi kapattım. Annem ve Jihyun gözümün önüne geldi. Sungwoon. Taemin. Başımı 'evet' anlamında salladım.
"Pekala, hadi o zaman. Gözlerini sakın açma ve bir dilek tut."
Derin bir nefes aldım. Çevredeki ağaçların serinliği ciğerlerime doldu. Ne dileyecektim ki? Bu, çok zor bir soruydu. Eve dönmek istiyordum ama bu geceden çok keyif aldığımı da itiraf etmeliydim. Ya bu, bütün bir hayatım boyunca Paris'i ziyaret etmek için ayağıma kadar gelen ilk ve son şans ise? Daha az önce Jeon'a burada kalmak istemediğimi söylesem de içimde bir yerlerde, çok derinlerde, burayı merak eden bir tarafım da vardı. Eğer yarın babam arayıp Kore'ye geri dönmemi söyleseydi, hayal kırıklığına uğrayabilirdim. Daha Mona Lisa'yı görmemiştim bile. Eyfel Kulesi'nin en üstüne çıkmamıştım. Zafer Anıtı'nın altından geçmemiştim.
Peki, başka ne istiyordum?
Taemin'in dudaklarını tekrar hissetmek istiyordum. Onun beni beklemesini istiyordum. Ama nefret ettiğim, gerçekten nefret ettiğim başka bir tarafım da Taemin ile aramızda bir şeyler başlasa bile seneye üniversiteye giderken ondan ayrılacağımı söylüyordu. Onu bu yıl Noel'de ve gelecek yaz tatilinde; peki, ya sonra?
Sonra aklımda başka bir şey daha vardı.
Unutmaya çalıştığım bir şeydi bu. İstememem gereken, asla sahip olamayacağım bir şeydi.
Şu an tam karşımda duruyordu.
Ne dileyecektim ben ya? İsteyip istemediğimi bile bilmediğim bir şeyi mi? İhtiyacım olup olmadığını bile bilmediğim birini mi? Yoksa asla sahip olamayacağımı bildiğim birini mi?
Bu konuda fazla düşünmeyecektim. Her şeyi kaderin ellerine bıraktım.
Benim için en iyisi neyse, onu yaşamayı diliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love In Paris, Jikook
Fanfiction180920 221120 Jimin çok sevdiği ülkesini eğitimi için terk etmek zorundadır. Paris'te Jeon ile tanışır ve işte her şey o zaman başlar. *Namgi #1 - kookmin