19

2.5K 274 190
                                    

Onunla YATMAMIŞTIM. Yani, o anlamda değil. Ama onunla yatmıştım.

Bir erkekle yatmıştım! Masamın üzerindeki kağıtlara bakıp gülümsedim. Bunu HEMEN Sungwoon'a anlatmalıydım. Ama... Ya Taemin'e söylerse? Bunu Tae'ye anlatamazdım çünkü kıskanırdı. E, Yoongi ve Namjoon'a da anlatamazdım. Bunu anlatabileceğim hiç kimse yoktu. Peki, bu yanlış bir şey yaptığımız anlamına mı geliyordu?

Mümkün olduğunca uzun bir süre yatakta kalmaya çalıştım ama sonunda idrar kesem bu savaşı kazandı. Banyodan dönünce Jeon'un pencereden dışarıya baktığını gördüm.

Bana doğru dönüp gülümsedi. "Saçın. Her teli farklı yönlere bakıyor," Bunu söylerken ellerini kaldırıp kafasına geyik boynuzu işareti yaptı.

"Bana diyene bak."

"Ama ben bunu bilerek yapıyorum. En iyisinin saçları kendi haline bırakmak olduğunu anlamam yıllar sürdü."

"Yani saçlarımın şu an çok fena göründüğünü söylüyorsun?"

Aynaya şöyle bir baktım ve boynuzlu bir yaratığa benzediğimi görünce telaşlandım.

"Hayır. Bence güzel." Gülümsedi ve yerden kemerini aldı. "Kahvaltı?"

Ona botlarını verdim. "Öğlen oldu ama."

"Teşekkürler. Peki, öğle yemeği?"

"Ama önce bir duş alayım."

Yaklaşık bir saat ayrı kaldıktan sonra onun odasında buluştuk. Odasının kapısı açıktı ve içeride çalan Fransızca punk rock şarkısı koridoru inletiyordu. İçeri girip odasının tertemiz olduğunu görünce şok oldum. Kirli kıyafetler ve havlular yıkanmak için bir köşeye konmuştu, boş şişeler ve cips kağıtları çöpe atılmıştı.

Umut dolu gözlerle bana baktı. "Yeni bir başlangıç yaptım," dedi.

"Harika görünüyor." Eski halinden çok daha iyiydi. Ona bakarak gülümsedim.

Günü etrafta dolaşarak geçirdik. Film festivalinin bir kısmına yetiştik ve Seine Nehri'nin kenarında tekrar bir yürüyüş yaptık. Ona taş sektirmeyi öğrettim; bunun nasıl yapıldığını bilmemesine inanamamıştım. Yağmur atıştırmaya başlayınca da Notre-Dame'ın karşısındaki bir kitapçıya girdik. Dükkânın adı, sarı zeminin üzerine yeşil harflerle SHAKESPEARE AND THE COMPANY şeklinde yazılmıştı.

İçeri adımımızı atar atmaz buradaki karışıklığa çok şaşırdık. Müşteriler bir masaya üşüşmüştü ve başımızı çevirdiğimiz her yerde kitap vardı. Ama kitaplar belirli bir düzende değildi. Hepsi üst üste konmuş haldeydi, kimisi sandalyelerden yere düşmüştü, kimisi yamuk raflarda duruyordu. Yerlerde içi kitaplarla dolup taşan karton kutular vardı ve siyah bir kedi merdivenlerdeki kitap yığınlarının yanına geçmiş uyuyordu. Ama en şaşırtıcı şey de buradaki kitapların hepsinin İngilizce olmasıydı.

Jeon yüzümdeki ifadeyi görünce "Daha önce buraya gelmemiş miydin?" dedi.

Başımı iki yana sallayınca da şaşırdı. "Burası çok ünlüdür, hey bak..." Balzac ve Çinli Terzi Kız kitabını gösterdi.

"Tanıdık geliyor mu bir yerden?"

Etrafımın kendi anadilimden kitaplarla sarılmış olmasından dolayı biraz heyecanlı ve bir şeye zarar veririm diye de biraz korkarak dolaşmaya başladım. Çünkü yapacağım küçücük yanlış bir hareketle dükkan yerle bir olabilirdi. Sarı sayfalardan oluşan bir çığın altında kalabilirdik. Yağmur camlara vuruyordu. Bir turist grubunun yanından geçerek romanların olduğu kısma ulaştım. Neden babamın adını aradığımı bilmiyordum ama bunu yapmadan da edemiyordum.

Love In Paris, JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin