"Üç... İki... Bir... Çekilin" dedi kadın elindeki şok cihazını adamın göğsünün üzerine bastırıp kaldırarak.
"Durum yanı, nabız yok"
"Üç... İki... Bir... Çekil" dedi kadın tekrar aynı hareketi yaparak.
"Ölemezsin! Sen de ölemezsin!"
"Nabız yok" dedi hemşirelerden biri.
"Çekilin" dedi kadın ve elindeki cihazı hemşirenin eline tutuşturarak sedyeye çıktı. Elleriyle adama kalp masajı yaparken bir yandan da stresten dudaklarını ısırıyordu.
"Ölme! Sen de ölme! Uyan hadi!"
"Doktor Hanım" dedi hemşire kadının kolunu tutarak.
"Çekil"
"Doktor Hanım! Ölüm saatini söylememiz gerekiyor"
"Ne oluyor burada?" dedi kalp cerrahı odaya girerken. Kadın duyduğu sesle hareketlerini kesip gözünden süzülen bir damla yaşı sildikten sonra sedyeden indi.
"Ölüm saati 23.51" dedi hemşire ve üstündeki örtüyü yüzüne kadar çekti.
"Bu kaçıncı hasta İrem?"
"Hocam..."
"Sen birkaç gün izin alsan iyi olacak. Bu süreçte hasta yakınlarının açtırdıkları davalarla ilgilenirsin. Şimdi git bu hastanın yakınlarıyla ilgilen."
dedi adam ve odadan çıktı. Hemşire de adamın arkasından çıkarken İrem kurtaramadığı başka bir hastasıyla tekrar yalnız kalmıştı.
"Ben yapmadım" dedi duvarın dibine çökerken. "Ben bu kadar kötü bir doktor değilim..."
Zaten şişkin olan gözleri tekrar sulanırken bir süre orada öylece bekledi. Yine düşüncelerinin içinde boğulmasına ramak kala kapı açılmıştı.
"İrem Hanım, hasta yakınları bir açıklama bekliyor."
"Geliyorum." dedi kadın ve gözlerindeki yaşları silip ayaklandı. Hastanenin koridorlarında yavaş yavaş yürürken hasta yakınlarının ona doğru geldiğini görüp derin bir nefes aldı.
"Tarık nasıl?" bir süre öylece bekledi konuşmadan. Nasıl diyeceğini, ne diyeceğini şimdiye kadar ezberlemiş olması gerekirdi oysa...
"Çok üzgünüm..." dedi, başka bir kelime çıkmadı dudaklarından.
"Ne?" dedi hastanın annesi gözlerinde kalan umut kırıntılarıyla.
"Hastayı kaybettik."
"Yalan söylüyorsun değil mi?"
"Çok üzgünüm" dedi İrem yine gözlerinden akan yaşlara mani olamayarak.
"Ne işe yararsın sen!" hastanın babasının kurduğu cümleyi daha önce onlarca kez duymuştu, ama her seferinde aynı acıyı veriyordu işte.
"Özür dilerim, çok üzgünüm" dedi ve hızlı adımlarla hasta yakınlarının yanından uzaklaştı.
"İrem!" arkasından gelen sesle durup başını çevirirken iş arkadaşı Hasan'ın ona doğru yürüdüğünü gördü.
"Üç gün izinliyim ben" dedi ve adamı beklemeden tekrar yürümeye başladı.
"Bekle! Sana bir mektup gelmiş" dedi Hasan İrem'e yetişip kolunu tutarak.
"Teşekkürler." dedi İrem ve adamın elindeki mektubu hızlı bir manevrayla kapıp üzerindeki kanlı önlüğü değiştirmek için soyunma odasına girdi. Üzerindeki önlüğü çıkarıp dolabına tıktıktan sonra oturup elindeki mektupta göz gezdirdi. Ne isim yazıyordu ne de adres. Zarfı açıp mektubu çıkardıktan sonra zarfı buruşturup odanın bir köşesine fırlattı.
Sayın İrem Helvacıoğlu;
Kariyerinizdeki hızlı düşüş gözlerimizden kaçmadı. Bu mektubu size hem üzgün olduğumuzu iletmek hem de kurulu oyunumuza davet etmek için yazıyoruz. Yanlış anlamayın bu bir teklif değildir, bu oyun için size bir seçim hakkı verilmemiştir. Detaylar yarın ansızın sizi alıp bize getirecek olan arabada verilecektir. Hastalarınıza başsağlığı diler, özgür geçireceğiniz son günü doyasıya yaşamanızı tavsiye ederiz.
Sevgilerle...
İ.B.T.
*****
İrem Helvacıoğlu
*****
Eee nasıl bakalım?
Karakterler bitti. Sıra gizemli oyunda.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İBT (0.2)
Teen FictionKariyerinizdeki hızlı yükseliş gözlerimizden kaçmadı. Bu mektubu sizi hem tebrik etmek hem de kurulu oyunumuza davet etmek için yazıyoruz. Yanlış anlamayın bu bir teklif değildir, bu oyun için size bir seçim hakkı verilmemiştir. Detaylar yarın ansız...