Delilah bir bardak şarap, birkaç parça tereyağlı ekmekle kahvaltı yaparken dünün etkisinden çıkamıyordu. Aklında sadece Francesco ve kendine olan dürüst, samimi davranışı vardı.
Alto'nun mamasını yerken çıkardığı mutlu sesler eşliğinde bunun ne anlama geldiğini düşünüyordu. Dün ilk defa kendisini değerli hissetmiş, güllerin arasında biten çalı olarak görmemiş, herkes gibi hissetmişti. Yaşadığı hayatı seviyordu. Zorda kalmış, yoksulluğa düşmüş insanlardan bir çetesi vardı ve Venedik'in kendini soylu sanan soysuzlarına hadlerini bildiriyorlardı. Onu bir insanın sevebileceğinden daha çok seven bir hayvan dostu vardı."İdiota. Daha ne istiyorsun? Her şeye sahipsin." diye söylendi kendi kendine ama gene de içten içe herkes gibi olmanın nasıl bir his olduğunu tatmış ve tadı damağında kalmıştı. Uzun süredir korkmadan yaşamanın ne olduğunu bilmiyordu ve dün korku nedir hiç aklına gelmeden bir gün geçirmişti. Bunun bir istisna olduğunu biliyordu ama kalbi böyle bir günü tekrar yaşamak için her şeyi yapmaya hazır olduğunu söylüyordu.
Düşünceler içinde debelenirken kapının çaldığını daha yeni duyabilmişti. "Sei qui?" diye sesleniyordu çetesindeki gençlerden biri olan Alex. Sesinde hafif sinir tınısı sezmişti Delilah. İçinde kabaran merak denizine engel olamadı.
Son lokmasını ağzına atarken "Sto arrivando." diye cevap verdi. Geliyorum.
Alto konuşmalara kulak kesilmiş, oturarak sahibi Delilah'ı gözleriyle takip etmeye başlamıştı.
Kapıyı açtığında Alex'in burnundan soluduğunu fark etti. Saçları her zamanki serseri halinde hafif uzundu, üzerinde her gün aynı tarz giydiği gömleklerden biri vardı. Deri pantolonu ve kahverengi binici botları uyum içerisinde olmasına rağmen yeni at bindiği için ıslak toprak çizmelerine bulaşmıştı.
Kollarını birbirine sarıp göğsünde birleştirerek Delilah'a sinirli sinirli bakmaya başladı.
Delilah'ın bir tahmini vardı ancak gene de buna anlam verememişti. "Bu tavrının sebebi nedir? Neler oluyor?"
"Neler olduğunu sen söyleyeceksin Delilah."
Alex, Delilah'ın çetesinde kendinden fazla en çok söz sahibi kişiydi. Zaten kendisini bu çete dünyasına sokan kişi de Alex sayılabilirdi çünkü o da ailesini çok küçük yaşta isyanda kaybetmiş bir İspanyoldu. Kendi geçimini sağlamak için çalışa çalışa Venedik'e kadar gelmiş, burada Delilah'la tanıştıktan sonra Venedik'te tutunmayı başarabilmişti. İkisi de birbirine çok şey borçluydu.
"Ses tonunu ve bakışlarını hiç beğenmedim. Ne öğrenmek istiyorsan sor." diye çıkıştı.
Alex'in yüzünde hayal kırıklığına uğramış gibi bir ifade vardı. "Francesco de' Pazzi'yle ne işin var?" Delilah başından geçenleri anlatmak için ağzını açmıştı ki Alex onu susturdu. "Bildiğim şeyleri söyleme bana. Tamam, şövalye ve Pazzi arasında seçim yapman gerekiyordu sen de kendini yaralamayı seçtin ve Pazzi senin kahramanın oldu, sonra seni esir aldı. Hepsini Alberto'dan öğrendim." Hışımla Delilah'ın tam önünde durduğunda Alto kuyruk sallamayı bırakmış, ters ters Alberto'ya bakıyordu. "Peki dün? Dün Francesco'yla ne işin vardı? per l'amor di Dio. Sen çeteye ihanet ettin. Bizi yüz üstü bırakıp bir Medici gibi davrandın!" Alex'in umursadığı çete ilişkisinden fazlasıydı. Bariz bir şekilde Delilah'ı kıskanmıştı.
Delilah öfkeyle yumruğunu sıktı. "Bu ne hadsizlik Alex? Sen beni neyle suçladığının farkında mısın?!"
"Suçlamıyorum. Sen bir hainsin! Bizi yalnız bıraktın. Biz seni o gün o saraydan kaçırma planları yaparken sen...bir Pazzi'yle gününü geçirdin." Delilah'ı daha fazla konuşturmamak için arkasını dönerek kapıya yönelirken seslendi. "Akşam çete evinde senin liderliği bırakmanı bekliyor olacağız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Huzurun Kraliçesi
Tarihi Kurgu"Demek marifetleri yere göğe sığdırılamayan şu meşhur kadın çete lideri sensin." dedi genç adam, kahverengi pelerininin kapüşonunu yakışıklı yüzünü ortaya çıkaracak şekilde geriye doğru savururken. Klasik İtalyan erkeklerinin sahip olduğu yanık yeşi...