11; Anca Karı Kocalar Kıskanır Birbirini Bu Kadar
Öğle vakitleriydi, gökyüzü, parçalanmış bulutlar tarafından istila edilmişti, mavisi gözükmez haldeki gökyüzünden daha karışık bir yer varsa benim kafamdı, arkamda dikilmiş, sevgilisiyle dünkü buluşmasını ballandıra ballandıra anlatan arkadaşımı dinledikçe kafamı parçalı bulutlar sarmaya devam edecekti. Onun neşesine ortak olamayışımı öyle veya böyle yorumlamasından kaçındığım için şimdi, yerine eşofman takımı giydiğim okul üniformamı giysi dolabına yerleştirirken ağırdan almak en büyük yardımcımdı. Hiç acelem yokmuşcasına yerinden edip üçüncü defa dürdüğüm pantolunu dikkatle koyarken, o, Loona denen kızı öperken yaşadığı heyecanı tasvir ediyordu. "Beklediğimden fazla heyecanlandırdı," diye ekledi hatta. Ne onun suratındaki mutluluğu görmeye ne benim suratımdaki mağlup ifadeyi görmesine ihtiyacım vardı, dinlemiş olmak için dinliyordum. "Sen ne yaptın akşam?" Nihayet konu bana gelebildiğinde beni sormasına değil Loona'yı konuşmayı bırakabildiğine sevindim, "Hiç," dedim kıyafetlerimle oyalanmayı bırakıp yüzümü ona dönerek. "Sen gidince çok geçmeden uyudum."
Erkeklere ait soyunma odasının kapısı açıldı, sınıftan birkaç kız içeri girmeden kapı eşiğinde durdular, "Jungkook," diye seslendi en önlerinde duran sınıfımızın başkanı, ne yaşanırsa yaşansın vazgeçmeyecekti anlaşılan. "Bizimle voleybol oynasana," dedi. Hepsinin suratında inanılmaz derecede istekli bir bakış vardı, aptal heyecanlarını buradan hissedebiliyordum. "Okulun voleybol kulübüne ek seçmeler yapılıyor. Bence seni havada kaparlar." Son kelimeler dudaklarından dökülürken çocuğu alıcı gözle süzdü, bakmaya doyamadıklarını saklamaya tenezzülleri yoktu, yakında bir yerde buzlu kola bulmayı isterdim, hepsinin söndürülmesi şarttı. "Benimle basketbol oynayacak," dedim, aynı zamanda şüpheli bakışlarımı ona çevirdim. "Her hafta basketbol oynuyoruz zaten. Bu haftalık voleybol denesem olmaz mı?" Onların önünde bana sormadan planımızı değiştirse yer yerinden oynar biliyor, onay veya reddime riayet edeceğini duyuruyordu. "İyi bari git," dedim hoşuma gitmediğini belli ederek. "İznin için tapınarak şükranlarımızı sunmamızı ister misin?" Sınıf başkanı Hyejin'in alaylı sesine, suratımda derin bir tezyifle döndüm, sanki bakışlarımdaki aşağılama duygusuyla onu yerin dibine geçirebilirmişim gibi. Zehir tadında sözcüklerim dilimi terk etmeye hazırdı, Jungkook kapı girişine yürümeden evvel benim de gelmemi söylemese susmayacaktım. "Gözümün önünde ol," demişti, orada bulunmam Hyejin'i ve diğerlerini en çok kızdıracak hamleydi. Soyunma odasından çıkınca her nasılsa üçü birden çocuğun etrafına üşüşüp beni saf dışı bırakmayı başarmıştı, onları öldürme arzusuyla dikizleyerek arkalarından yürümeye mahkum edildim, birinin müptedi elini onun sırtında gördüğüm sıra dişlerim gıcırdıyordu, salona varınca tek başıma seyirci koltuklarına vardım. Hyejin onu diğerleriyle tanıştırıyor, buyurgan hareketlerinden anladığım kadarıyla takım kaptanı olan kıza överek ondan bahsediyordu. O etrafa aldırışsız gülüşler dağıtıp kendine denilenleri yanıtlarken herkesin ilgisi onun üzerindeydi ve bu, oturduğum yerde kendimi sıkmama, kıskançlıktan adeta çatlamama sebepti.
Maç bitince neredeyse hepsi dibinde bitti, kimi ciddiyetle kimi cilveyle tebrik etti, takım kaptanı ise diğerlerinin ağzının suyunu akıttığı yeni çocuğa yüz vermemeye niyetli görünüyordu, usulca konuşup salondan çıktı, bir çoğu da ağırdan almalarına rağmen durmaları için bir neden kalmayınca gönülsüzce çıktı. Köşede telefonunu kurcalayan biri dışında ikimiz kalınca sadece bir seyirci olarak durduğum yere yürümeye başladı, ter damlalarının hücum ettiği suratındaki yanakları al aldı, yorgun ama halinden memnun bir ifadeyle yanıma kadar geldi, benden ses soluk çıkmayınca yanıma oturup, "takıma seçildim," dedi. Düşünmeyi bırakıp, "İstediğin oldu," dedim, "benimle basketbol sahasında acı çekmekten kurtuldun." Birkaç saniye sessizlik oldu. "Trip mi yiyorum yine?" diye sordu neşeyle, ciddi olduğumu anlayınca suyuma gitmeye karar verdi. "Merak etme, kimse kıskanç kocamın yerini alamaz." Makas aldığı yanaklarım kızardı. "Ne kocası?" dedim sinirle. Sinirlendim çünkü acayip derecede hoşuma gitmişti. "Anca karı kocalar kıskanır birbirini bu kadar." Bir süre daha sustuk. "İstemiyorsan katılmam," deyince hızla reddettim onu. "Kulübe katılmanla bir sorunum yok," dedikten sonra doğruyu söylemediğimi fark edip etmediğini merak ettim. "Hyejin'e sinir oluyorum işte," diye açıkladım huysuzluğumu, aslında aklımda bambaşka bir isim varken tek yapabildiğim sınıf başkanını öne sürmek oldu. "Boşver onu desem boşverecek misin?" diye sordu cevabını bal gibi bildiği halde. "Senden baya hoşlanıyor," derken bakışlarım yüzünde bir memnuniyet belirtisi aradı. "Onunla ilgilenmiyorum." Ezberlediğim masalı milyonuncu kez dinlememe rağmen mutlu olmaktan kendimi alamadım, boş yere hırgür çıkardığımı biliyordum, başkalarıyla geçirdiği vakit de başkalarına duyduğu ilgi de geçiciydi, ne yaşanırsa yaşansın bana dönecekti işte, Loona'yı haddinden fazla önemsiyordum ve hıncımı olur olmaz olaylara yansıtıyordum, aptalcaydı, onunla böylesine iyiyken aramıza başkalarını sokan asıl bendim, buna bir dur demeliydim. Zihnim bunlarla meşgulken soyunma odasına gittik, o duşa girince ben cebimdeki mektupvari kağıdı çıkarıp okumaya başladım, bu kağıt bir defterimin arasından çıkmıştı, içine şöyle bir baktığımda bana hitap edilerek yazılmış yazıyı gördüm, okumayı sonraya bırakmıştım ve şu an okumak için uygun bir boşluktu. "Jimin," diye başlıyordu, "Bunları sana söylemek yerine yazıyorum çünkü yüzyüze geldiğimizde içimden geçenleri söyleme cesaretini kendimde bulamıyorum," diye devam ediyordu. Yewon, bana karşı duyduğu ve yedi cihanın bildiği hislerini yazıya dökmüştü. Başta göz devirip çabasını saçma bulsam da bana muntazam bir fikir verdi, nereye giderse gitsin bana dönecek olan arkadaşım benim kendisinden çoktandır etkilendiğimi öğrendiğinde şaşıracaksa da dönüp dolaşıp geleceği yer yine kürkçü dükkanıydı. Söylemek istediklerimi ona yazarak anlatabilirdim, hoşuna gitmezse şakaya vururdum, aslında Yewon'un bana yazdığı aşk mektubu olduğunu ama benim isim kısmını değiştirdiğimi söyler işin içinden sıyrılırdım. Planım gözüme kusursuz gözüktü.
Sonuncu derste dikkatim büsbütün, ne yazacağımdaydı. Defalarca kez sildim, karaladım, bir türlü beğenemedim, sözcükler içimde kopan fırtınanın meltemi dahi olamıyordu, kelimelerimi değiştirmeyi denedim, sonra üslubumda sorun gördüm, belki laflarım fazla sakindi, kalemin ucunu kağıda daha çok bastırsam kesik nefeslerim onun da ciğerlerini keser miydi ya da durun, çocukluk ediyordum, bu kadar uzun bir yazıyı hayatta okumazdı, birkaç cümleyi çıkarmalıydım, hangisini çıkaracağımı seçmek çok zordu, en iyisi baştan yazmaktı, kağıdı buruşturup çantama tıktım, yenisini çıkarıp yazmaya başladım, üzerine düşünmeden yazmak en mantıklısıydı, kendime eleştirme fırsatı bırakmadan yazdım, yarım karış yazıyı kontrol etmeden kağıdı katladım, sol tarafımda oturuyordu, dikkati dersteydi, çantasına koymak için ders bitimindeki karmaşayı bekledim. "Sana gidelim, seninle konuşmak istediğim bir mevzu var," deyip göz kırptığında hüsrana uğradım, kafamdaki plan onun kendi evinde okuyup itirafımla bir başına yüzleşmesiydi, "olur" demekten başka yapabileceğim bir şey yoktu.
Eve gidip odama çıktığımız süre boyunca gözlerimi çantadan ayırmadım, kağıdı birden çıkarıp benim yanımda okuması ihtimali korkunçtu, keşke sigarasıyla aynı bölmeye koymasaydım. "Bir duş alacağım," dedikten sonra soyunmaya başladı, yatağıma savurduğu çantasından birkaç defter dökülünce sevinçle doldum, ya şimdi ya hiç diye düşünüyordum. Kendi ellerimle yerleştirdiğim kağıdı bulmuşum gibi tuttum, o banyodaydı. "Bu ne?" Birden heyecan basmıştı, öyle ki sesim gereğinden fazla yüksek çıkmıştı. "Ne?" diye o sordu bu defa. Sesi fayanslara çarpa çarpa ulaşıyordu bana ama yanına gidemezdim, hareketlerimle kendimi ele vermekten korkuyordum, gözünün önünde olmamak en iyisiydi. "Defterinin arasından bir kağıt düştü," dedim yatağıma otururken. Su sesi birbirimizi duymamızı biraz daha zorlaştırıyordu. "Neymiş?" Önemsediği yoktu, orada rahatına bakıyor, benim konuşmak için harcadığım eforu görmüyordu. "Birisi sana yazmış. Sesli okuyayım mı?" Kalbim gümbür gümbür atıyordu, ter basmıştı. "Oku." Sesi güçsüz çıktı. Ben kendimi okuyabileyim diye yüreklendirirken o suyu kapattı, kararımı değiştirip yanına gittim, o jakuzide çırılçıplak ve boylu boyunca uzanmışken başını yasladığı kenara oturdum, gözlerini kapattı. Derin bir nefes alıp okumaya başlamadım. "Jungkook. Bunları sana söylemek yerine yazıyorum çünkü yüzyüze geldiğimizde içimden geçenleri söyleme cesaretini kendimde bulamıyorum." Durdum ve tepkisini bekledim, uyuyormuş gibi görünüyordu, sessizliği bana cesaret verdi. "Sen benim için şüphesiz çok değerlisin, bildiğini biliyorum. Sen yanımdayken kendimi dünyanın en muktedir insanı hissediyorum." Yüzünü eşkittiğini görünce sustum, gülmemek için kendini tutuyor görünüyordu. "Neyi biliyormuşum, ne muktediri?" Gözlerini açmış, inanamazca baş sallıyordu. "Bu kim amına koyayım?" Duymazdan gelip okumaya devam ettim, onu dinlemeye devam etseydim bir daha konuşacak gücü kendimde bulamayabilirdim. "Arkadaş olduğumuzu her zaman hatırlatsan da bakışlarımızın denk düştüğü seferlerde bana anlatmaya çalıştıkların varmış gibi hissediyorum." Kıkırtısı sözümü kesti. "Bu ruh hastası kimmiş, isim yok mu?" Tüm heyecanım, ümitlerim karnıma bıçak misali saplandı. "İsim yazmıyor, sus da bitireyim," dedim sinirim sesime yansırken. "Gerçekten merak ediyor musun başkasının bana yazdığı aptal bir aşk mektubunu?" Kıskandığım için sinirlendim sanmıştı, benim yazmış olabileceğimi hiç aklına getirmiyordu bile, cümlelerimle dalga geçmişti üstelik. "Çünkü ben şu kadarcık merak etmiyorum." Kağıdın sağ alt kısmına yazdığım ismime bakarken sessiz kaldım. "Şunu bırak elinden. Konuşmak istediğim bir mevzu var demiştim." Ona diktim gözlerimi, beni görmeyi bu denli reddettiği için öfke doluydum. "Ne konuşacaksın?"
"Loona," dedi. "Arazi yarışına onunla katılmamı istiyor. Senin yerine."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
shameless friend,, kookmin
Fanfictionjungkook, mastürbasyon sırasında aletini çekmekten yorulduğu için beni ayağına çağırıp benden çekmemi rica edecek kadar arsız biriydi.