2; Seninle Geçirmek İstediğim Vakit, Bundan Fazlası
Evine gittiğim ilk seferi ölümsüz kılan çok ayrıntı vardı, ya da ben onunla alakalı ne varsa gözümde kutsallaştırmayı, içimde büyütmeyi görev edinmiştim. Önemsiz. Burnumun direğini sızım sızım sızlatan o kokuyu unutmam mümkün değildi. Rahatsız edici kokulara hiç tahammül edemezdim. İnsanların "güzel" diye adlandırdığı kokuların bile bu unvanı hak etmeden almış iyisini, sahici iyisini seçerdim, kimse ıslak ve çürümüş meyve kokan bu sokaklara dayanmam konusunda beklentiye girmemeliydi. "Girsene," diye çağırmıştı. Yüzümü buruşturmaya ara vererek annesinin öldürücü bakışları altında, açık daire kapısından içeri adımladım.
Evi hakkında edindiğim ilk izlenim dağınık, sıkışık ve kalabalık oluşuydu. Yıllar sonra bile fikrim değişmedi. Duvarlarında döküntüler, çatlaklar bulunan evi terk edilmiş bir ahırdan farksız görüyordum, it bağlasan durmazdı ama o ve ailesi şaşılacak derecedeki umursamazlığıyla ömrünü geçirmeyi sorun saymıyordu. Duvara asılı tek çerçevenin arkasına gizlenmiş büyükçe çatlağın farkında oldukları gibi bulaşık makinasının tabak çanakları kurulamadığının, ütünün buhar vermediğinin, halıların çoğunun ya köşesi kenarı yanık ya da besledikleri sokak kedisinin dışkısını ağırladığının pekala farkındalardı. Önemsemediklerini bellediğimde bu konuya kafa yormayı bırakmıştım.
Beni bir türlü kabullenemeyen aile fertlerinin yanından çekingen bir tavırla geçip odası olduğunu söyleyerek tanıttığı tıklım tıkış dört duvar arasına girdim. Usulsüzlük mevzusunda diğer odalardan aşağı kalır tarafı olmasa da her bir yana saçılan kokusu, bana değerli bir makamı ziyaret etmişim hissi verdi. Oldukça özeldi burası. Özel olmasa, aldığım her nefesin ciğerlerime saplanmasına başka ne anlam yükleyebilirdim bilmiyorum. Tabanlarım vardıkları yere mıhlı kalmışken o, olabildiğine umursamazdı. Kapıyı da kapatınca ayrı bir gezegene giriş yaptığımı sandım. O ve benim gezegenim. "Rahat ol, kimse girmez." Zaten rahat olduğumu söylemek isterdim fakat yalan söylemeye lüzum görmedim. Sarhoş bakışlara sahip abisinden gelecek habersiz ve sebebsiz bir yumruğu bekledim yıllarca. "İçer misin?" diye sordu dudakları arasına bir sigara dalı koyup da ucunu ateşe verdikten sonra. Başımla reddettim. Yatağına kendini savurup dumanı dışarı bıraktı. "Gelmek istiyordun," dedi doğrulamak isterce. "Evet," diye onayladım onu. "İşte geldin. Burası benim evim." Konuşmadım. Üçüncü hatta belki de beşinci sigarasını içerken sessizlik içinde oturdum. Neden sonra aklımı kurcaladı. "Annenler kokuyu alıp kızmaz mı?" Nihayetinde, reşitliği geçtim lise yüzü görmemiştik, toyduk. "I-ıh." Gövdesini saran yakalı kazaktan saniyeler içinde kurtuldu. Yarı çıplak dolaşması, ikimizin kapalı kapılar ardına saklanıp edepsizlik peşine düştüğünü düşündürdü. "Üstümü değiştirince anlamıyorlar," deyip dolabından, temiz mi kirli olduğu konusunda kararsız kaldığım bir kıyafet almış, diğeri gibi gövdesini sarmasına izin vermişti.
Günün geri kalan vaktinde eğlenceli değilse de yaşamaktan zevk aldığım anlar geçirdik. Birbirimizi gerçek manada tanımak, eksilerimizi artılarımızı bilmek, kusurlarımıza merhaba demek hayatıma anlam katmıştı. Beni ayak üstü uğurlarken sadece yanımdan geçmesiyle çıkan ufacık meltem yüzünden suratıma çarpan ağır sigara kokusu neşemi öylece götürüverdi. Ailesinden gizlediğini sandığım serserilikleri ailesinin gözünün içine baka baka yapıyormuş, sonradan öğrendim. Gizlenme değil fark edilme hülyaları kuruyormuş meğer.
***
Onunla ilk buluştuğumuz zaman... Lisenin ilk yılıydı. Neyseki aynı okulda eğitim görüyorduk. Benim aklıma uyarak girdiği bursluluk sınavında sadece matematik sorusu çözerek yüzde elliye yakın burs kazanmıştı. Babama, üstünü tamamlarsa okulu tam burslu okuyabilecek birisini tanıdığımı söylediğimde başarılı bir öğrencinin önünü açmak fikri gururunu okşamıştı elbette. Ailesinin statüsünden tut da giyim kuşamı bile okulun önünden geçemeyeceği derecede alt tabakaya ait olmasına rağmen o matematiğin adeta dehasıydı. Övmek maksadıyla söylemiyorum, ki istesem onu övecek tonla destana sahibim, fakat muntazam bir akla ve muhakeme gücüne sahipti. Derslere biraz olsun ilgisi olsaydı ülke çapında başarılı olurdu veya ben buna da engel olurdum, bilemiyorum.
Liseye başlayınca babamın kalan her boş vaktinde düşünüp tasarladığı iş planları tıkırında ilerlemiş ve maddî durumumuzu iyiden iyiye yükselişe sokan fabrikayı açmıştı. Işık hızında satın alıp döşettiği üç katlı villanın en büyük odası bana aitti, evdeki yardımcılarımızın sayısının ikiden beşe çıkması kaçınılmaz olmuştu, babamı daha seyrek görmeye başlamıştım, içime kapanmakla açılıp saçılmak arasında seçim yapamadım. O sıralarda, beni hüzünlendirdikçe görmezden geldiğim musibetler oldukça fazlaydı. Benim görmek istediğim ise tek bir musibet vardı, tüm vaktimi onunla doldurmak istediğim tek bir kişi. "Jungkook."
Keskin sesime karşılık şaşırmaya, hiddetlenmeye çalıştı. Oyunculuğu tam olarak tepkili gözükmeye çalışmak mı yoksa tepkili gözükmeye çalışır gibi gözükmek miydi, çözemedim. İçinde dönenleri oldum olası merak etmeme rağmen ne var ki hakikatini görmek, samanlıkta iğne aramaktan beterdi. "Ne dedim şimdi?" Dudaklarındaki gizleme çabasına girmediği gülüşüne odaklanmamaya çalışarak ciddiyetle, "Gülüyorsun," dedim. Göz göre göre gülmediğini söyleyecek sandım. "Bir kafede buluşmak..." dedi ve birkaç saniye sustu. "Kendimi randevuya çıkmış gibi hissettim." İçimi bir hoş eden cümlesini sarf ederken gülmemişti. Bakışlarının yüreğimi apaçık davet ettiği düşler ülkesine iç çekerek ciddiyetimi korumaya çabaladım. "Aklıma başka bir yer gelmedi."
"Bana gelseydin," dedi omuz silkerek, cidden, evindeki huzursuzluğu veya ucu sonu gözükmeyen problemleri yok saymayı nasıl başarıyordu anlayamıyordum. Ayrıca, babamın yere göğe sığdıramadığım dostumdan hiç haz etmemesi bir başka nedendi. Şimdi tutup onun evine gitsem babamın, "O çocuğu hiç gözüm tutmuyor diyorsam senin onun gibi serserilerle dolu mahallesine gitmen mi gerekir?" ile başlayan fırçalamasını çekeceğimi de bilmezdi. "Abin evdeyken benden bunu isteme."
Hafif atarlı sesiyle, "İnsan yemiyor adam. Abartma," demişti. Alınmış olabilirdi fakat kesinlikle umursamadım. Abisinden ürkmek, hatta onun o kara suratına tükürmek için yeterli sebeplerim vardı nihayetinde.
O sıralarda onunla yakınlığımı arkadaşlıktan öte görmem söz konusu bile değildi. Hele ki lisenin ikinci yılını yarılayana dek, bir erkeğin bir başka erkeğe veya bir kızın bir başka kıza ilgi duyuşuna rastlamamışken sevgimi yalınlaştırıp basite indirgemem kaçınılmazdı. Gülüşünün anında bana sirayet etmesini, uçuk kaçık tavrını heyecanla tepkimem, her saniye yanımda değil, en yakınımda olmasını arzulamam, öylesine omzuma attığı elini kendi ellerim arasına almanın hayallerini kurmam ya da en basitinden benden başkasına gülmesini kıskanmam gözüme bilhassa "arkadaşça" gözükmüştü. Öyle gözükmese dahi uydurabileceğim başka kılıf bilmediğimden yolun sonu dönüp dolaşıp buraya çıkardı: arkadaştık. Sonraları öğrendiğim kuralsızlıklar ışığında yaşadığımız her bir anı tekrar düşünüp tarttığımda kalbim sancıdı. Ona ilgi duyuşumu kabullenmekten ziyade, onun bu ilgiyi fark edememesi canımı sıkmıştı. İstemsizce karşılık beklemek ise, işin en müşkül kısmıydı. Üstüne münasebetsiz ve bir o kadar yersiz temaslarıyla, arsız muhabbetleriyle cebelleşmek canımdan ediyordu.
Havanın kararmasına yakın gitmem gerektiğini söyledim. Babamın başıma diktiği şoförü dışarıda, soğukta, daha fazla bekletmemem gerekiyordu. "Ne gitmesi? Geleli ne kadar oldu ki?" diyerek gitmenin taliplisiymişim gibi önüme bir taşı da Jungkook koydu. Gözleri bende bir nefeslik süre takılı kalsa ikinci nefeste, hislerine dair bana gizliden gizliye bir şeyler anlatmaya çalıştığını düşünecek kadar kafayı sıyırınca gitmemi istememesi yüreğimi sızım sızım sızlattı. Ne o, böyle yanlış anlayabileceğim tepkiler vermeli ne yüreğim, neye heyecanlanıp neye içerleneceğini seçemeyecek vaziyete düşmeliydi. Masadaki bordo bereye elim giderken, "Gerçekten gitmem lazım," dedim. "Babamdan bir ton laf işitiyorum sonra." Büyük bir isteksizlik içinde masadan kalkmışken hareketlerimi dikkatle seyretti. Sirke satan suratımla kafaden çıkar çıkmaz ciğerlerimi kesen bir nefes soludum.
Ayağa kalkıp da uğurlayacak kibarlığa hiç erişememişti ama ardımdan, "Seninle geçirmek istediğim vakit bundan fazlası," diye seslenecek kadar sıcak olmuştu hep.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
shameless friend,, kookmin
Fiksi Penggemarjungkook, mastürbasyon sırasında aletini çekmekten yorulduğu için beni ayağına çağırıp benden çekmemi rica edecek kadar arsız biriydi.