17; Beni Ne Kadar Merak Ettiğini Anlat Hadi
Dudak kaslarıma bir ağrı peyda olana dek canla başla öpüşmeye devam ettik, onun da karşılık verdiğini öpüşme bitince fark ettim, yorgun dudaklarımız birbirinden uzaklaşınca gülümsediğini gördüm, gülüşü bana bulaştı, sanki az evvel konuştuklarını el birliğiyle, kimsenin bulamayacağı köhne bir yere gömmüş, vakur bir edayla eserimizi seyrediyor, bu öpüşmeyle de baş ağrısı gerçeklerden kurtuluşumuzu kutluyorduk. "İşte şimdi inandım," diye fısıldadı keyifle. Okul bittikten sonra birlikte bir yerlere gitmeyi istediğini söyledi, ilkin reddedecek oldum fakat düşününce kavgalı olduğum arkadaşımın evine erkenden gidip odasında onu beklemektense dışarıda vakit öldürmek makbuldü. Teklifi üzerine sinemaya gittik, ilgimi çekmese de sıkıla patlaya filmin sonunu getirebildim, karanlığın içinde ara ara elimi tuttu, yanağıma küçük buseler kondurdu, kulağıma fısıldadı ve saatleri oracıkta devirdik, salondan çıkar çıkmaz yemek yemeye bir yere gittik, çok değil birkaç saat önce birisi bu kızı sorsa hakkında söyleyeceğim hiçbir şeyim olmamasına karşın şu dakikalar içinde kendimi ona anlatıyor, kendisi hakkında anlattıklarını dinliyordum, annesinin iki sene önce evi terk ettiğini söyleyince hiç oralı olmadım, ortak nokta araması rahatsız etti, benim annem beni terk etmemişti ki, babamla anlaşamayıp boşanmışlardı o kadar, istediğim zaman onu görebilirdim. Yine de... annemin ev adresini sormayı aklıma not ederken "evet istediğim zaman" diye tekrarladım dimağımın içinde. Yemek de bitince beni evime bıraktı, okul çıkışında kendi şoförüme Jungkook'un evinin önünde beklemesini söyleyip Junghee'nin arabasına binmiştim, şoförü bizi tarif ettiğim adrese getirdiğinde, kız etrafa attığı hayret dolu nazarlarını saklayamayarak beni uğurladı, tam binaya gireceğim sırada arkamdan seslenip arabadan bir çırpıda indi, dudaklarıma saniyelik bir öpücük bıraktı, onun beni hevesle öpüşüne karşı hissettiklerimin hiçlikle dolu bir boşluğu andırması bana pek sevgili arkadaşımla paylaştığımız öpücükleri düşündürdü, benim içimi cayır cayır yakan, hislerimi adeta tarumar eden dokunuşu kendisi için bir hiç, hiçlikle dolu bir boşluktu demek...
Bir ruh gibi sessizce girdiğim odada ayakta dikilmiş, kolları göğsünde bağlı, tüm asabiyetiyle bekleyen arkadaşımı görmezden gelip, çantamı yere bıraktıktan sonra onunla ve bu bekler vaziyetiyle ilgilenmediğimi göstermeye çalışmıştım. "Nihayet evin yolunu bulabildin." Benden dönüt alamayınca sesi yükseldi. "Demek hâlâ konuşmuyoruz." Çabamı aşağılıyor, hor görüyordu. "Onunla sinemaya gitmişsin," deyince ister istemez şaşırıp ona baktım. "Hiç öyle bakma. Şoförüne sordum. Bensiz gittiğin ilk yer neresi merak ettim. Kendine yeni sevgili bulduğunu bilseydim merak etmezdim." Bunları söylerken bana öyle kinle bakıyordu ki ne diyeceğimi, ne düşüneceğimi seçemedim, bu öfkenin sebebini anlayamıyordum. Birkaç dakika sustu, sakinleşmeyi denedi, şimdi duruşu değişmişti, "öyle olsun" derce omuz silkti. "Tamam Jimin. Sen kazandın," dedi, göğsünde bağladığı kollarını çözdü, rahat gözükmeye çalıştı. "Tutma artık içinde." Onu dinlerken bir an gözlerinin ta içine bakıp orada neler döndüğünü çözmeye çalışıyor, bir an ateş topuna dönmüş gözlerinden köşe bucak kaçma isteğiyle tutuşuyordum. "Konuşmamak için kendini zor tutuyorsun, biliyorum," derken rafa kaldırdığını sandığı sinirini büsbütün karşıma dikilmiş buluyordum, sesinde ihtar vardı. Ayağa kalkıp odanın kapısına bir adım yaklaşınca fevri bir hareketle üstüme geldi, kolumdan tuttu. " Konuş dedim sana. Söyle hadi." O aralık aramızdaki durum bir tartışmadan ziyade apaçık bir kavgaya dönüştü, hiddetini tenimde hissediyordum. "Bana tavır alıp milletle eğlenemezsin. Bu sen değilsin Jimin. Konuş artık!" Kolumu savurarak bıraktı, kendi gibi davranmayan o'ydu; benim gelişimi dört gözle bekleyip, geç geldiğim için kızıyor, onsuz bir yerlere gidişimi kınıyor, öfkesine tepkisiz kaldığım için bana sesini duyuramadığını sanıp sesini yükseltiyordu, bu o değildi, rolleri değişmiş gibiydik ve aklımın alacağı türden bir münakaşa yaşanmıyordu şu an. "Bir şey söyle. Beni ne kadar merak ettiğini anlat hadi. Neredeyse tüm gün beni görmedin. Nereye gittiğimi biliyor musun, neler olduğunu?" Tam bir beklentiyle bana baktı, bense ona sırtımı dönüp kapıya yöneldim, öfkeyle kolumu tuttu. "Nereye gidiyorsun? Evine mi dönüyorsun?? Benimle konuşmadan hiçbir yere gidemezsin. Sor hadi, sor! Hepsine cevap vereceğim, söz." Hiddeti gitgide azaldı, artık ihtiyatla mırıldanıyordu, yine de kolumdaki elinden kurtulup odadan çıkıverdim, odanın karşısındaki tuvalete girerken onun az önceki halinden utanmış bakışlarını gördüm, işimi gördükten sonra soğuk suyun en azından suratımdaki harareti almasına izin verdim, garip bir histi, karşısındaki insanı bir nebze olsun düşünmeyen arkadaşım bambaşka biriydi bu akşam, aramızdaki küskünlüğün bitmesini en çok ben istiyorken onun "benimle konuşmadan gününü bile tamamlayamazsın" sözünü sineye çekmek istemiyordum, daha yirmi dört saat dolmamıştı, sabahı beklemesi gerekecekti, hem bir kere de o sinirden uyuyamazdı belki.
Kendimden emin bir şekilde odaya döndüm, sessizliğimi kararlılıkla sürdürürken okul üniformamı çıkarıp onun kıyafetlerinden giyindim, ışığı kapattıktan sonra yatağa uzanıp yüzümü duvar tarafına çevirdim, şimdi yapmam gereken tek şey sabahı etmekti, neden sonra arkamdan fısıltı şeklinde konuşmaya başladı, "Jimin," diye serzenişte bulunuyordu muhtaç sesi. "Konuş benimle." Şu çocuğu anlamak ne mümkündü! Onu merak edişime, sürekli birlikte olmak isteyişime, onu kıskanmama bir türlü anlam veremezken bu sefer de pek bunaltıcı bulduğu ilgime mazhar olamadığı için huysuzluk ediyordu. "Sen kazandın... Benmişim sensiz yapamayan." Eli güçsüz bir edayla sırtımı okşuyordu, en azından ondan tarafa dönebilirdim ama yüzündeki yalvaran ifadeyi görseydim bir saniye düşünmeden barışacağımı biliyordum, bu yüzden yüzyüze olmayışımıza güvenerek sessiz kalmayı başardım. "Jimin," diye seslendi bilmem kaçıncı defa. Sonra bir burun çekiş duydum, zaten açık olan gözlerim iri iri olmuştu, ağlıyor olamazdı, değil mi? Sırtımdaki elini çekince telaşla yatakta doğruldum, başını eğmişti, yataktan inip yanına çömeldim, "tamam geçti" dedikten sonra alnını omzuma yaslamasına izin vererek sarıldım, "ağlama lütfen." Yanına oturup onun gibi yatağa sırtımı dayadım, karanlık da olsa uzun bir nazarla bakıştık, utanmış ve konuşamaz görünüyordu, ona bir iyilik yapıp ilk konuşan ben oldum.
"Benimle konuşmadan gününü bile tamamlayamadın," dedim muzip bir sesle, karanlıkta seçmek zordu fakat gülümsediğinden emindim. "İki göz yaşına kanacağını bilseydim bu kadar dil dökmezdim," dedi, işte özüne dönmüştü, tanıdığım bildiğim yollara ulaşmış gibi rahatladım. "Seninle konuşayım diye resmen yalvardın," dedikten sonra omzumda bir ağırlık hissettim, başını koymuştu. Büsbütün bir inatla, "çocuk kandırmak daha zor olurdu," dedi. "Hı hı evet," deyip onu alaya aldım. "Junghee'yi nasıl tavladın?" diye sordu. "Aslına bakarsan peşimde koşan o'ydu. Ben de daha fazla kırmak istemedim." Alelacele uydurduğum hikaye buydu, tümden yalan sayılmazdı fakat içime soğuk su serpen bir cevap da değildi işte. "Yewon'dan ne zaman ayrıldın?" Suçlu bir edayla "ayrılmadım" dedim, "yani henüz ayrılmadım demek istedim, yarın ilk işim onunla bu konuyu konuşmak olacak," diye ekledim, benden gerçek manada hoşlanıyordu, olmayan bir ilişkiyi varmış gibi gösterirken onu oyalıyor olduğumun farkındaydım, "o harika biri ama biraz," deyip duraksadım, arkadaşımsa beni hızla tamamladı: "küçük bir çocuk gibi evet." benim yerime düşünmesi bir yana, onu benimle her türlü ilişkiden men edecek bir yorum yapması dikkatimi çekti. "Biz de çocuğuz," dedim hafif inanamaz bir tavırla. "Hayır," dedi bilgeç bir sesle ve kafasını omzundan kaldırıp bana baktı, "biz genciz, öyle ki kanımız kaynıyor," diye tamamladı sözünü, araştıran gözlerle birbirimize bakıp öylece durduk, zaman da bizimle durmuştu, sonra yaklaşıp beni öptü, geriye çekilip tepkimi ölçtü, tekrar öpmek için yaklaştı, bu sefer kendimi geriye çektim, "barışmadık mı?" diye sordu, "barışmak mı istiyorsun?" dedim meydan okuyarak, "çok" diye fısıldarken nefesini tenime üfledi, "ama ben zorbayım, bencilim, sırf istediğim ilgiyi alamadığım için insanları cezalandırıyorum, unuttun mu?" Neşeyle kahkaha attıktan sonra başını iki yana salladı, eğlenmeye başlamıştı bile. "özür dilememi istiyorsun galiba." Bu fikir hoşuma gitti, sanki baştan beri amacım buymuş gibi "kesinlikle" dedim, bir öncekinden daha bir keyifle öptü, onun dilinde özür dilemenin de teşekkür etmenin de tek yolu buydu, neşeli bir sesle "artık barıştığımıza göre," deyip yüzümü öpücüklere boğdu, o aralık, istemez gözükmek öyle zordu ki, belki de nazlanan bir sevgiliyi andırıyordum, onun oyun oynarca kondurduğu buseler ben bir kereye mahsus karşılık verince durdu, dikkatli bir yavaşlıkta öptü ama bu hepsinden farklı hissettirdi, dediği gibi kanımın kaynadığını fark ettim, "ne yaptın bana böyle?" diye sitem etti, bir kere daha öptü, her öpüp geri çekilişinde sonuncu öpücük olmuş olması için yemin ediyordu adeta, ve her defasında başarısız olup yeniden öpüyordu, kendini dizginleyemiyordu, eli kıyafetimin altından tenimi okşamaya başlayınca nefesim kesildi, zor bela Kangin'in bana seslendiğini işittim.
"Annen kapıda. Seni kreşten almaya gelmiş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
shameless friend,, kookmin
Fanfictionjungkook, mastürbasyon sırasında aletini çekmekten yorulduğu için beni ayağına çağırıp benden çekmemi rica edecek kadar arsız biriydi.