beş

496 66 91
                                    

Elimde dumanı tüten sıcak bir kahve ile balkon penceresinden bakıyordum. Elimin üzerinde hala ufak sızlamalar olsa da kapıyı açarak balkona çıktım. Saat henüz yediyi biraz geçtiği için aydınlanmış havaya rağmen ortalıkta kimseler görünmüyordu. Uzun süredir ilk defa kafamın içi sakindi, tıpkı sitenin yolları ve bahçeleri gibi.

Serra ile çalışmam gereken birkaç günün sonunda, ellerim kalem izleri dolmuştu. Onunla uzun uzadıya çalıştığımız günden sonra çok fazla yan yana gelmemize gerek kalmamıştı çünkü ona kağıt üzerindeki işlerle ilgili her şeyi öğretmiştim. Zaten yana gelecek çok fazla vaktimiz de olmamıştı. Benim iki gün işe gitmemem yüzünden biriken toplantılar iyice üst üste bindiği için, ofise ya sabah ya da akşam uğrayabilmiştim. Sabah gittiğim günler Serra'yı görmeden kaçabilsem de akşamları gittiğimde, aklında kalan soruları sormak için ya da doğru yapıp yapmadığını göstermek için yanıma uğruyordu.

Elimdeki kalem izlerinden tam olarak burada söz etmem gerekiyor. Serra'nın nasıl bir sakar olduğunu henüz öğrenemeyen kaldıysa eğer, kalemi birçok kez elime saplamıştı. Hatta bazen o kadar sert sapladı ki bunu kaza mı yoksa sadece kaza süsü mü verilmişti, anlamak çok zordu. Yine de ona karşı sakinliğimi koruyarak durabilmiş; çoğu kez görmezden gelmiş ya da kaşlarımı çatarak ona bakmaktan öteye gitmemiştim.

Kahvemden bir yudum alarak, sabah rüzgarında hafiften üşümenin verdiği ürpertiyle titredim ve farkında bile olmadan bakışlarımı lojmanların olduğu tarafa doğru çevirdim. Aslında bu farkına olmaktan ziyade, Serra'nın aklıma gelişiyle ilgiliydi.

Serra, kafamı kurcalıyordu. Yaptığının kötü niyetle ilgisi olmadığının elbette farkındaydım ama bir şeyleri gözüme sokuyor olmasından pek de hoşnut sayılmazdım. Üstelik dün akşam bir şeyi fark etmiştim: Serra beni güldürmüştü. Böyle söylendiğinde önemsiz bir şey gibi görünse de aslında önemliydi çünkü en son güldüğümde henüz lisans eğitimimi almamıştım. Üniversitede beni güldürmek için bin takla atmış Buse ve Efekan'a rağmen gülememiştim. Zoraki tebessümlerden bahsetmiyorum, içten bir şekilde gülümsemekten, kahkaha atmanın eşiğine gelmekten, direkt olarak kahkaha atmaktan bahsediyorum. Uzun bir aradan sonra, bunu Serra başarmıştı.

Lojmanın olduğu bölüm, evimin bulunduğu yerden uzak olduğu için orada bir şeyler olsa da net olarak göremeyeceğimden emin olsam da kahvemi içerken, sakince oraya doğru bakmaktan da geri durmuyordum. Bu kızda ilginç bir şeyler vardı. Sanki derdimi anlıyormuş gibi bakıyordu ve şimdiye kadar kimse derdimi anlamamıştı. Herkes anlatsam anlayacağını düşünüyordu ama konu bu değildi. Anlatacak halim olsa, zaten anlatırdım. Gerçi Serra da aynı şeyi önermiş ve bir uzman görüşüne baş vurmam gerektiğini söylemişti. Onda da, dile getirmediği bir şeyler vardı.

Kahvemden biraz daha içtiğimde, başımı geriye doğru yatırarak mavi gökyüzüne bakmaya başladım. Birçok kez gördüğüm, mavi ve lacivert rengin kendi içindeki geçişleri biterken hava iyice açılıyordu ve telefonum bir yerlerde çalıyordu.

Balkondan içeriye geçerek, çalan telefonumu, yatağın yanındaki konsolun üzerinden alıp açtım:

"Günaydın anne. Rüyanda mı gördün?" diyerek açmama karşılık, derin bir nefes bıraktı.

"Evet, Çağlayan, anca rüyamda görebiliyorum çünkü evladım. Babaannenlere gitmemişsin, Kenan dedenle konuştuk az önce de üzülmüşler. Bir sürü yemek yapmış babaannen, ne olacak onlar şimdi diyor" diyerek kısa konuşmasını sonlandırarak beklemeye başladı.

"Evdeyim. Ben oraya gideceğimi unuttum toplantıdan toplantıya koşarken, dün evde kalınca da uyumuşum. Yorgun argın gidip onları üzmek istemedim. Biliyorsun ki beni yorgun ve üzgün görmekten nefret ederler" dedim ve azarlaması için sakince beklemeye başladım.

Artık Hikaye: "Her Şey Hala Biraz Sen"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin