altı

501 68 68
                                    

Babaannemin önüme koyduğu reçele acıyarak baktım. Acıdığım; saatlerce kaynamış vişne taneleri değil, kendi bedenimdi. Biraz daha yemem bekleniyordu ancak yiyecek hiç yerim kalmamıştı.

"Doydum babaanne. Artık yemesem olur mu?" diye sormama karşılık, elindeki bıçağı bırakıp bana bakmaya başladı.

"Çağlayan, dayak var evladım istersen ondan ye" dedi ve derin bir nefes aldı. "Aç mı yaşıyorsun sen? İki lokma yedin, doydun. Bak annene söylerim; kaşık kadar kalmış suratı, derim"

"Aylin" dedi dedem, masanın başında çayından içerek. "Nasıl anlaştık senle? Üstüne gitme işte, doymuş"

Buna karşılık, babaannem sakince dedeme gülümsedi. Sonra da sakin fakat imalı bir tonda, "Kenan" dedi. Dedem de dönüp enseme vurdu.

"Ye ulan yemeğini!" dedi.

"Bu kadar hızlı fikir değiştirmen, babaanneme deli gibi aşık olmandan mı?" dedim, elimdeki ekmekle bakışırken. Bir lokma daha yersem muhtemelen kusacaktım.

"O da var tabi de babaannenin mükemmel bir nişancı olmasıyla daha çok ilgisi var" dedi. Babaannem, tövbe çeker bir tonda nefeslendikten sonra, masadan kalktı. Ben de, elimdeki ekmeği bırakıp, peşinden kalktım. Dedem, hala masanın başında oturuyor ve çayını içiyordu. "Çağlayan" dedi, ben kapıya doğru giderken. O bana bakmaya zahmet etmediği için, yanına geri geldim.

"Buyur, dede" dediğimde, çayını bırakıp bana baktı.

"Akşam ara, babaannen merak ediyor" dedi. Geldiğimde, birkaç gün kalacağımı söylemiş olsam da gideceğimin farkında oldukları için, beni çok da ciddiye almamışlardı. Bir yerde de haklılardı, çünkü İzmir'e gitmeden önce işlerimi ayarlamak için işten geç çıktığım gün de olacaktı. Ayrıca şantiyeye de uğramam gerekiyordu. Kısacası, burada kalmam işlerime çok ters kalacaktı.

Babaannemle dedem, şehrin daha sakin bir kısmında, dağa yakın bir bölgede, küçük denemeyecek bir çiftliğe sahiptiler ve burada olmaktan da fazlasıyla mutlulardı. Açıkçası burada olmayı ben de seviyordum ama bu bir süre önceydi. Şu anda herhangi bir yerde olmaktan mutlu değildim.

Dün, sunumu hazırlamış olsak da daha öncesinden ayarlanmış başka toplantılarım olduğu için, ofise geçmeden önce, ilk toplantıma geçtim. Evime yakın olan diğer şirkete gidebilmek için sabahın köründe trafik çekmiş olsam da vaktinde yetişebilmiştim.

Yaklaşık iki saat süren toplantıdan çıktığımda, saat çoktan on biri ortalamıştı. Ofisime geçmem ise iki şirket yakın olsa bile, on beş dakikadan fazla sürmüştü ve ofise geldiğimde, çalışanlar öğle yemeğine çıkmaya hazırlanıyordu. Fidan, her zamanki gibi, beni gördüğünde sevimli bir gülümseme eşliğinde yerinden kalktı ve bana bakmaya başladı.

"Geç kaldım, kusura bakma. Bilmem gereken bir şey var mı?" diye sorduğumda, eliyle ofisimi işaret etti.

"İsterseniz, odanızda detaylı olarak açıklayayım" dediğinde başımı sallayarak odama geçtim. Kapıyı açtığımda, içeriden çiçeksi bir kokunun yayıldığını fark ettim.

"Oda kokusunu mu değiştirdik?" diye sorduğumda, çoktan koltuğuma gelmiş, çantamı masaya bırakmıştım. Üzerimden ceketimi çıkarırken, Fidan konuşmaya başladı.

"Hayır, Çağlayan bey. Değişiklikleri çok sevmediğiniz için dört yıldır aynı oda kokusunu kullanıyoruz" dedi ve bir an bekledikten sonra ekledi, "tüm şirkette"

"Odam normalden farklı kokuyor. Almıyor musun kokuyu?" dediğimde havayı kokladı ve hemen ardından da hızlı adımlarla yanıma gelip, masanın arkasında kalan tek camı açtı.

Artık Hikaye: "Her Şey Hala Biraz Sen"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin