sekiz

485 61 86
                                    

Ellerimin içinde toprak, boğumlarında ise kan izi vardı. Ağlıyordum da. Karanlıkta, bir ormanın ortasındaydım. Ayağa kalkmak istediğimde ise bacaklarımın beni taşımadığını fark ettim. Dizlerim yere vurdu ve düştüm. Ellerimdeki toprağı bırakmadığım için de destek alamıyordum. Ayağa kalkamayacağımı fark ettiğimde, olduğum yerde sırt üstü yatarak gökyüzüne baktım. 

Yıldızsız bir geceydi. Ay ışığı bir yerlerden vuruyordu ama onu da göremiyordum. Sadece dipsiz bir karanlık vardı. Bir an sonra ise ismimin ağaçların arasında yankılandığını duydum. Oturdum ve beni kimin, nereden çağırdığını anlayabilmek için bakmaya başladım. Kimse yoktu, sadece bir ses etrafımda yankılanıyordu.

Başımı ne kadar etrafımda çevirsem de bana seslenen sesi bulamadım. Ellerim kan ve çamur içinde, yerde ve karanlığın içinde debelenmeye ve sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırken, ağlıyordum. Bir an sonra da mezarlıktaydım. Gülayşe 'nin mezarının başındaydım. Ellerimdeki toprağı, onun mezarına geri bıraktım ve mezarının başından kalktım. Ellerim hala çamurlu ve kanlı olsa da ezbere bildiğim, mezarlığın kapısına doğru ilerlemeye başladım. Gülayşe, adımı seslendi.

Yerimden sıçrayarak uyandım. Bir şey beni boğuyor gibi hissediyordum; belki gördüğüm rüyaydı, belki de hava sıcaktı. Gülayşe'yi de çok uzun zamandır rüyamda görmüyordum. Gerçi yine görmemiştim ama sesini duymuştum. Onu özlediğimden miydi bu, yoksa başka bir anlamı mı vardı bilmiyordum ama beni etkilediği kesindi.

Tekrar uyumak istemediğim için, yataktan kalktım ve duşa doğru ilerledim. Dayak yemiş gibi hissediyordum ve  spor yapacak halim yoktu.

Kafamın dopdolu olduğu bir güne daha uyanmaktan yorulmuştum. Birlikte olduğunuz kişiyi bile bu kadar düşünmek yorucuyken, hayatta bile olmayan birini düşünmek daha da zordu. Kafamı boşaltmanın bir yolu olsaydı keşke.

Vardı.

Serra. O deli ve sakar kız, kafamın boşlamasını sağlıyordu. Gerçi aynı zamanda, beni, o nefret ettiğim bencil lise çocuğuna da çeviriyordu. Onu kırmaktan hiç korkmuyordum. Hatta onu kırıp kırmadığımı bile düşünmüyordum. Bir anda onu kırıyor, sonraları bunu fark ediyordum. Etrafımdaki hiç kimseye davranmadığım şekilde ona davranıyordum ve bunu neyin tetiklediğini de bilmiyorum. Sadece beni anlayacağını biliyordum ama ruhsuz bir orospu çocuğu gibi davranmamı neden anlaması gerektiğini de bilmiyordum.

Onun hakkında kafamı kurcalayan şeyler vardı. Ailesi hakkında hiç konuşmuyor oluşu, bir şeyleri saklıyor gibi duruşu, bazı bazı ortaya çıkan ne yapsam uygun olur  tavrı, çocukluğundan izleri gözlerinde saklıyormuş gibi duruşu... Kafamı karıştırsa da ona sormamamın daha iyi olacağını düşündüğüm şeylerden koca bir öbek gibiydi.

Telefonumun bir yerlerde çalıyor olduğunu duyduğumda, üzerimde bornoz ve saçımı kurulamaya çalıştığım havlu ile salona doğru ilerledim. Saat insanların uyandığı bir saat olmalı ki hava aydınlanmıştı. Telefonumun çalıyor oluşu da bu tezimi doğruluyordu. Telefonumu bulduğumda, Serra'nın aradığını fark ettim.

"Efendim" dedim sakince. Serra da karşıdan konuşmaya başladı:

"Günaydın, Çağlayan bey. Bugün şantiyeye gidecektiniz, hatırlatmamı söylemiştiniz. Beni de götüreceğinizi söylediniz"

Doğruydu, böyle bir konuşma dün akşam pansuman için onunla birlikte evine çıktığımda geçmişti. Bugün, günlerden Cuma'ydı ve ikimiz birden kullandığımız için krem bitmişti. Ne bende, ne de, söylediğine göre, onda bir iz kalmamıştı. Hatta kızarıklık bile kalmamıştı ama tedaviye bir süre daha devam etmemiz gerektiğine Serra karar vermişti, ben de boyun eğmiştim.

Artık Hikaye: "Her Şey Hala Biraz Sen"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin